28 Mayıs 2016 Cumartesi

TARİH BOYUNCA İNSAN VE DEMOKRATİK SİSTEM TAHİR ELÇİ (GÖNDEREN: A.Tahsin TURGUT)

TARİH BOYUNCA İNSAN VE DEMOKRATİK SİSTEM
TAHİR ELÇİ 
(GÖNDEREN: A.Tahsin TURGUT)
Tarih boyunca insanlar birey olarak içerisinde bulundukları toplumun yönetimine katılma uğraşı içersinde bulunmuşlardır. Bu katlımın tanımlanması değişiklik göstermiş, günümüzde ise karşılaştığımız ve entegre olduğumuz sistem “demokratik sistem” olarak adlandırılmıştır. Demokrasi kelimesi başlı başına büyük önem taşımaktadır. Köken olarak demokrasi; demos, yani sıradan/avam insan ve kratos, yani yönetim/karar olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla günümüz karşılığıyla demokrasi, sadece etimolojik açıdan bakıldığında bile “sıradan insanların yönetimi” olarak tanımlanmaktadır. Peki sıradan insanların yönetime katılımı nasıl olacaktır?
Bu noktada devreye serbest irade, serbest tartışma ortamı ve hesap verebilir iktidar olguları girecektir. Bu asli unsurları sağlamak için ise insanların düşüncesini açıklamak, daha doğrusu özgür bir şekilde düşünmek ve düşüncesini açıklamak zaruri hale gelecektir. Serbest tartışma olgusu olmadan toplumun uzlaşmaya varması beklenemez, özgür basın ve özgür siyasi söylemlerde bulunamadıktan sonra bireylerin serbest bir iradeye sahip olması beklenemez zira bu iradelerinin oluşması için taraf yani edim yüklenen yani bir anlamda OY VEREN gerçekleri bilmeyecek, öğrenemeyecek, doğru tercihi yapması için yeterli birikim elde edemeyecektir. Son olarakta hesap verebilir bir iktidar olmadan, iktidarı iktidar yapan sıradan halk, seçilmişlerin hareketlerinin bilincinde olmayacak ve dolayısıyla demokrasinin kurucu unsuru olmaktan çıkıp, demokrasinin tabiri caizse metası haline gelecektir. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun asli ve belki en önemli unsuru olduğunu, demokrasinin bir doğal ürünü olan kendini kontrol eden toplum algısının ifade özgürlüğü olmadan var olamayacağını vurgulamak isterim.
Girişin ardından eğer bu asli unsurların özgür düşünce, özgür ifade olduğuna hemfikirsek, hukukun işlevi de ifade özgürlüğünün korunması, sınırlarının çizilmesinde belirecektir. Bu anlamda hukuktan kastım hem ülke içi mevcut düzenlemeler, hem de uluslararası anlamda taraf olduğumuz İHAM ve diğer bağlı olduğumuz sözleşmelerdir. Ben konuşmamda özellikle Mahkeme’nin ifade özgürlüğünü nasıl yorumladığını ve demokrasiler ilerledikçe, daha doğrusu toplum demokratikleştikçe, bu özgürlüğün sınırlarının kapsamının nasıl genişlediğini vurgulamak istiyorum.
Bu noktada belki de 10. Madde çerçevesinde en çok atıf yapılan karar olan Handyside v Birleşik Krallık. Kararının ortaya koyduğu temel taşları belirtmek isterim. 1976 tarihli bu kararda Mahkeme çok nitelikli bir inceleme yapmış ve ifade özgürlüğünün kapsamlı bir tanımlamasını yapmış bulunmakta. Kararın konusu hakkında kısa bir özet vermek gerekirse; ortaokul yaşlarındaki çocuklar için yazılmış bir kitap var. Kitabın içerisinde müstehçen olduğu iddia edilen bazı bölümler bulunmakta. Yazar kitap içerisinde mastürbasyon, orgasm, cinsel ilişki, çocukların aileden onay alma ihtiyacı vb. Gibi sosyolojik ve pedogojik konular hakkında çarpıcı cümleler ortaya koyuyor. İngiltere’nin iç hukuku uyarınca kitaba el konuluyor ve toplatılması kararı veriliyor. Aynı zamanda Handyside’a para cezası veriliyor. Bu noktada Mahkeme kendi formatı içersinde inceleme yapıyor ve Handyside’a yapılan müdahalenin hukukla öngörüldüğünü, meşru bir amaca hizmet ettiğini vurguluyor. Sonrasında ise yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken yaptığı vurgu bizlerin ifade özgürlüğüne bir müdahale olduğunda, her seferinde aklımıza gelen önermesini yapıyor. “İfade özgürlüğü bir toplumun demokratik olmasının asli unsurudur. Aynı zamanda her bireyin gelişmesi ve ilerlemesi için de zorunlu bir özgürlüktür. İfade özgürlüğünün kapsamı toplumun bir bölümü için rahatsız edici, şoke edici veya çarpıcı gelen söylemleride içine alır.
ÇOĞULCULUĞUN, HOŞGÖRÜNÜN ve AÇIK FİKİRLİLİĞİN GEREKLİLİĞİ 
Ve esas bu ifadeleri korur zira toplumun çoğunluğu veya güçlü kesimi için rahatsız edici gelmeyen ifadelerin korunmasına zaten ihtiyaç kalmayacaktır. Bu durum ise ÇOĞULCULUĞUN, HOŞGÖRÜNÜN ve AÇIKFİKİRLİLİĞİN GEREKLİLİĞİDİR.. Mahkeme bu duruma vurgu yaptıktan sonra Handyside lehine bir şekilde, ifade özgürlüğüne haksız bir müdahalenin olduğuna kanaat getiriyor.
Belki de şu anda toplumun tabanında oturması gereken en büyük eksiklik bu kavramlardır. Zira bu kavramlar özümsenmeden yapılacak müdahalelerin hepsinde toplum içerisinde güçlü olan kesimin çıkarları ve hakları gözetilecek, asıl koruması gereken toplum içersindeki azınlık fikirlerin tartışılması olanaksız hale gelecektir.
Konuşmamı bir çarpıcı örnekle sürdürmek istiyorum. Jersild/Danimarka kararı demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün işlevi açısından güzel bir emsal teşkil ediyor. Jersild bir danimarkalı gazeteci. Danimarka içersinde IRKÇI ifadeler ve eylemlerde bulunan “the Greenjackets” isimli bir grup genç ile bir belgesel çekiyor. Belgesel içersindeki bir söyleşi safhasında bu grup içersidinden üç genç küfürlü ve küçültücü ifadeler kullanıyorlar göçmen ve yabancılara karşı. Bunlardan aktarılabilecek bazıları; köleliğin geri gelmesi gerekliliği, siyahilerin insan olmadığı, klu-klu-klan’ın yaptıklarının takdire şayen olduğu vb. Jersild bu söyleşi kurgularken bazı bölümlerini kesiyor ancak kalan kısmı Danimarka radyosunda yayınlanıyor. Jersild yayın sonrasında bu gruba yardım ve yataklıktan hüküm giyiyor. Olay mahkemenin önüne geldiğinde mahkeme Jersild’in programda tarafsız bir tutum içerisinde olduğunu belirtip ortaya önemli bir içtihat koyuyor; basın/yayın kuruluşlarının ve kişilerinin düşünce ve bilgileri aktarmak öncelikli görevleridir. Bu anlamda bu kişilerin ifade özgürlükleri de geniş olacaktır. Basın yayın kuruluşlarının bu özgürlüğü olduğu gibi aynı zamanda KAMUNUN da bu düşünce ve bilgilerden HABERDAR olması onların haklarıdır. Aksi durumda basın, görevi olan (Public watchdog) tabiri caizse; kamunun bekçisi(Public watchdog) olma vasfını yerine getiremeyecektir. Bu ilke yazılı basında olduğu kadar görsel medyada da geçerlidir. Mahkeme bu ilkeleri ortaya koyduktan sonra bu aktarımın yapıldığı zamanda Danimarka’da süregelen ayrımcı ve ırkçı saikle yapılan eylemler göz önüne alındığında bu söyleşinin ırkçı mental ve sosyal arkaplanlarını ortaya koyduğunu, söyleşinin salt IRKÇILIK PROPAGANDASI olarak nitelendirilmesinin yanlış olacağını ve program içerisindeki ifadelerin 10. Madde kapsamında koruma altında olduğunu belirtmiştir. Programdaki gençlerin sosyal statüleri yüzünden limitlendiğini ve yıldığını, sicillerinin kabarık olduğunu, ve ırkçı eylem ve ifadelerin işte bu tarz bir sosyal arkaplana sahip insanlar tarafından yapıldığının toplumla paylaşılmasının önemli olduğuna dikkat çekiyor. Mahkeme bu yayının verildiği saat ve izleyici kitlesi göz önüne alındığında belirli bir birikime sahip danimarkalılar tarafından izlendiğini ve dolayısıyla salt bu tarz ifadelerin bu insanlara yönelilk PROPAGANDA işlevi görmeyeceğini karara bağlıyor.
Bu kararda dikkati çeken bir eylem; PROPAGANDA. Bildiğiniz üzere ülkemizde de Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. Maddesinin 2. Fıkrası terör örgütlerinin propagandasını yapan kişi veya kişilere bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörmekte. Ben konuşmamda bu suçun ceza hukuku anlamında bir tahliline yapmayacağım. İnsan hakları bağlamında bu suçun varlığının ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil edip etmediği üzerinde birkaç kelam edeceğim. Bu noktada da TMK /2’nin incelendiği bir İHAM kararı olan Gül ve Diğerleri kararı üzerinden konuşmamı sürdüreceğim. Bu davada başurucular [(ercan gül, zehra delikurt, erkan arslanbezer, deniz kahraman) TKP TİKKO TMLGB  ] bazı komünist terör örgütleri lehine eylemlerde bulundukları ve bu örgütlerin propagandasını yaptıkları için yargılanmışlar. Sonuçta dava Mahkeme önüne gelmiş ve Mahkeme değerlendirmesini yaparken elbette Handyside kararına atıfta bulunmuş ve sonrasında bu kişilerin eylemlerinin terör örgütü propagandası şeklinde yorumlanamayacağın, demokratik bir toplumda gerekli olmaması sebebiyle belirtmiş ve 10. Maddeye aykırılık tespit etmiştir. Burada dikkati çeken noktanın şu olduğunu düşünüyorum; İç hukukta verilmiş bir terör örgütü propagandası kararı Mahkeme nezdinde değerlendirildiğinde 10. Madde çerçevesinde değerlendirilebililyor. Bu durumun esas sebebi ise mevcut iç hukuk düzenlemesinin yorumlanma şeklinin, savcı ve hakimlerin takdir yetkisine geniş bir şekilde bırakılarak yapılması olduğunu düşünüyorum. Tıpkı mahkemenin genel içtihadında, özellikle Taner Akçam kararında ve Venedik komisyonunun tavsiye raporunda belirtildiği gibi bir hukuk düzenlemesinin “hukuk düzenlemesi” sayılabilmesi için, bu düzenlemenin ERİŞİLEBİLİR, BELİRLİ ve belki de en önemlisi ÖNGÖRÜLEBİLİR olması gerekmektedir. Aksi halde bir düzenleme bireylerin ifade özgürlüğüne yönelik muhtemelen caydırıcı(chilling effect) bir etki yaratacak zira sürekli bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma tehtidi altında kalacaklar. Belirttiğim bu sebeplerle terör örgütü propagandası yapmak şeklinde bir suç tipinin mevcut kanunumuzda mevcut olması bu açık fikirli ve hoşgörülü bir tartışma ortamına zemin hazırlamaktan çok bireyleri susmaya ve baskın fikirleri benimsemeye itecektir.
Sabrınız için teşekkür ediyorum.
***
Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder