28 Mayıs 2016 Cumartesi

TARİH BOYUNCA İNSAN VE DEMOKRATİK SİSTEM TAHİR ELÇİ (GÖNDEREN: A.Tahsin TURGUT)

TARİH BOYUNCA İNSAN VE DEMOKRATİK SİSTEM
TAHİR ELÇİ 
(GÖNDEREN: A.Tahsin TURGUT)
Tarih boyunca insanlar birey olarak içerisinde bulundukları toplumun yönetimine katılma uğraşı içersinde bulunmuşlardır. Bu katlımın tanımlanması değişiklik göstermiş, günümüzde ise karşılaştığımız ve entegre olduğumuz sistem “demokratik sistem” olarak adlandırılmıştır. Demokrasi kelimesi başlı başına büyük önem taşımaktadır. Köken olarak demokrasi; demos, yani sıradan/avam insan ve kratos, yani yönetim/karar olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla günümüz karşılığıyla demokrasi, sadece etimolojik açıdan bakıldığında bile “sıradan insanların yönetimi” olarak tanımlanmaktadır. Peki sıradan insanların yönetime katılımı nasıl olacaktır?
Bu noktada devreye serbest irade, serbest tartışma ortamı ve hesap verebilir iktidar olguları girecektir. Bu asli unsurları sağlamak için ise insanların düşüncesini açıklamak, daha doğrusu özgür bir şekilde düşünmek ve düşüncesini açıklamak zaruri hale gelecektir. Serbest tartışma olgusu olmadan toplumun uzlaşmaya varması beklenemez, özgür basın ve özgür siyasi söylemlerde bulunamadıktan sonra bireylerin serbest bir iradeye sahip olması beklenemez zira bu iradelerinin oluşması için taraf yani edim yüklenen yani bir anlamda OY VEREN gerçekleri bilmeyecek, öğrenemeyecek, doğru tercihi yapması için yeterli birikim elde edemeyecektir. Son olarakta hesap verebilir bir iktidar olmadan, iktidarı iktidar yapan sıradan halk, seçilmişlerin hareketlerinin bilincinde olmayacak ve dolayısıyla demokrasinin kurucu unsuru olmaktan çıkıp, demokrasinin tabiri caizse metası haline gelecektir. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun asli ve belki en önemli unsuru olduğunu, demokrasinin bir doğal ürünü olan kendini kontrol eden toplum algısının ifade özgürlüğü olmadan var olamayacağını vurgulamak isterim.
Girişin ardından eğer bu asli unsurların özgür düşünce, özgür ifade olduğuna hemfikirsek, hukukun işlevi de ifade özgürlüğünün korunması, sınırlarının çizilmesinde belirecektir. Bu anlamda hukuktan kastım hem ülke içi mevcut düzenlemeler, hem de uluslararası anlamda taraf olduğumuz İHAM ve diğer bağlı olduğumuz sözleşmelerdir. Ben konuşmamda özellikle Mahkeme’nin ifade özgürlüğünü nasıl yorumladığını ve demokrasiler ilerledikçe, daha doğrusu toplum demokratikleştikçe, bu özgürlüğün sınırlarının kapsamının nasıl genişlediğini vurgulamak istiyorum.
Bu noktada belki de 10. Madde çerçevesinde en çok atıf yapılan karar olan Handyside v Birleşik Krallık. Kararının ortaya koyduğu temel taşları belirtmek isterim. 1976 tarihli bu kararda Mahkeme çok nitelikli bir inceleme yapmış ve ifade özgürlüğünün kapsamlı bir tanımlamasını yapmış bulunmakta. Kararın konusu hakkında kısa bir özet vermek gerekirse; ortaokul yaşlarındaki çocuklar için yazılmış bir kitap var. Kitabın içerisinde müstehçen olduğu iddia edilen bazı bölümler bulunmakta. Yazar kitap içerisinde mastürbasyon, orgasm, cinsel ilişki, çocukların aileden onay alma ihtiyacı vb. Gibi sosyolojik ve pedogojik konular hakkında çarpıcı cümleler ortaya koyuyor. İngiltere’nin iç hukuku uyarınca kitaba el konuluyor ve toplatılması kararı veriliyor. Aynı zamanda Handyside’a para cezası veriliyor. Bu noktada Mahkeme kendi formatı içersinde inceleme yapıyor ve Handyside’a yapılan müdahalenin hukukla öngörüldüğünü, meşru bir amaca hizmet ettiğini vurguluyor. Sonrasında ise yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken yaptığı vurgu bizlerin ifade özgürlüğüne bir müdahale olduğunda, her seferinde aklımıza gelen önermesini yapıyor. “İfade özgürlüğü bir toplumun demokratik olmasının asli unsurudur. Aynı zamanda her bireyin gelişmesi ve ilerlemesi için de zorunlu bir özgürlüktür. İfade özgürlüğünün kapsamı toplumun bir bölümü için rahatsız edici, şoke edici veya çarpıcı gelen söylemleride içine alır.
ÇOĞULCULUĞUN, HOŞGÖRÜNÜN ve AÇIK FİKİRLİLİĞİN GEREKLİLİĞİ 
Ve esas bu ifadeleri korur zira toplumun çoğunluğu veya güçlü kesimi için rahatsız edici gelmeyen ifadelerin korunmasına zaten ihtiyaç kalmayacaktır. Bu durum ise ÇOĞULCULUĞUN, HOŞGÖRÜNÜN ve AÇIKFİKİRLİLİĞİN GEREKLİLİĞİDİR.. Mahkeme bu duruma vurgu yaptıktan sonra Handyside lehine bir şekilde, ifade özgürlüğüne haksız bir müdahalenin olduğuna kanaat getiriyor.
Belki de şu anda toplumun tabanında oturması gereken en büyük eksiklik bu kavramlardır. Zira bu kavramlar özümsenmeden yapılacak müdahalelerin hepsinde toplum içerisinde güçlü olan kesimin çıkarları ve hakları gözetilecek, asıl koruması gereken toplum içersindeki azınlık fikirlerin tartışılması olanaksız hale gelecektir.
Konuşmamı bir çarpıcı örnekle sürdürmek istiyorum. Jersild/Danimarka kararı demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün işlevi açısından güzel bir emsal teşkil ediyor. Jersild bir danimarkalı gazeteci. Danimarka içersinde IRKÇI ifadeler ve eylemlerde bulunan “the Greenjackets” isimli bir grup genç ile bir belgesel çekiyor. Belgesel içersindeki bir söyleşi safhasında bu grup içersidinden üç genç küfürlü ve küçültücü ifadeler kullanıyorlar göçmen ve yabancılara karşı. Bunlardan aktarılabilecek bazıları; köleliğin geri gelmesi gerekliliği, siyahilerin insan olmadığı, klu-klu-klan’ın yaptıklarının takdire şayen olduğu vb. Jersild bu söyleşi kurgularken bazı bölümlerini kesiyor ancak kalan kısmı Danimarka radyosunda yayınlanıyor. Jersild yayın sonrasında bu gruba yardım ve yataklıktan hüküm giyiyor. Olay mahkemenin önüne geldiğinde mahkeme Jersild’in programda tarafsız bir tutum içerisinde olduğunu belirtip ortaya önemli bir içtihat koyuyor; basın/yayın kuruluşlarının ve kişilerinin düşünce ve bilgileri aktarmak öncelikli görevleridir. Bu anlamda bu kişilerin ifade özgürlükleri de geniş olacaktır. Basın yayın kuruluşlarının bu özgürlüğü olduğu gibi aynı zamanda KAMUNUN da bu düşünce ve bilgilerden HABERDAR olması onların haklarıdır. Aksi durumda basın, görevi olan (Public watchdog) tabiri caizse; kamunun bekçisi(Public watchdog) olma vasfını yerine getiremeyecektir. Bu ilke yazılı basında olduğu kadar görsel medyada da geçerlidir. Mahkeme bu ilkeleri ortaya koyduktan sonra bu aktarımın yapıldığı zamanda Danimarka’da süregelen ayrımcı ve ırkçı saikle yapılan eylemler göz önüne alındığında bu söyleşinin ırkçı mental ve sosyal arkaplanlarını ortaya koyduğunu, söyleşinin salt IRKÇILIK PROPAGANDASI olarak nitelendirilmesinin yanlış olacağını ve program içerisindeki ifadelerin 10. Madde kapsamında koruma altında olduğunu belirtmiştir. Programdaki gençlerin sosyal statüleri yüzünden limitlendiğini ve yıldığını, sicillerinin kabarık olduğunu, ve ırkçı eylem ve ifadelerin işte bu tarz bir sosyal arkaplana sahip insanlar tarafından yapıldığının toplumla paylaşılmasının önemli olduğuna dikkat çekiyor. Mahkeme bu yayının verildiği saat ve izleyici kitlesi göz önüne alındığında belirli bir birikime sahip danimarkalılar tarafından izlendiğini ve dolayısıyla salt bu tarz ifadelerin bu insanlara yönelilk PROPAGANDA işlevi görmeyeceğini karara bağlıyor.
Bu kararda dikkati çeken bir eylem; PROPAGANDA. Bildiğiniz üzere ülkemizde de Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. Maddesinin 2. Fıkrası terör örgütlerinin propagandasını yapan kişi veya kişilere bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörmekte. Ben konuşmamda bu suçun ceza hukuku anlamında bir tahliline yapmayacağım. İnsan hakları bağlamında bu suçun varlığının ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale teşkil edip etmediği üzerinde birkaç kelam edeceğim. Bu noktada da TMK /2’nin incelendiği bir İHAM kararı olan Gül ve Diğerleri kararı üzerinden konuşmamı sürdüreceğim. Bu davada başurucular [(ercan gül, zehra delikurt, erkan arslanbezer, deniz kahraman) TKP TİKKO TMLGB  ] bazı komünist terör örgütleri lehine eylemlerde bulundukları ve bu örgütlerin propagandasını yaptıkları için yargılanmışlar. Sonuçta dava Mahkeme önüne gelmiş ve Mahkeme değerlendirmesini yaparken elbette Handyside kararına atıfta bulunmuş ve sonrasında bu kişilerin eylemlerinin terör örgütü propagandası şeklinde yorumlanamayacağın, demokratik bir toplumda gerekli olmaması sebebiyle belirtmiş ve 10. Maddeye aykırılık tespit etmiştir. Burada dikkati çeken noktanın şu olduğunu düşünüyorum; İç hukukta verilmiş bir terör örgütü propagandası kararı Mahkeme nezdinde değerlendirildiğinde 10. Madde çerçevesinde değerlendirilebililyor. Bu durumun esas sebebi ise mevcut iç hukuk düzenlemesinin yorumlanma şeklinin, savcı ve hakimlerin takdir yetkisine geniş bir şekilde bırakılarak yapılması olduğunu düşünüyorum. Tıpkı mahkemenin genel içtihadında, özellikle Taner Akçam kararında ve Venedik komisyonunun tavsiye raporunda belirtildiği gibi bir hukuk düzenlemesinin “hukuk düzenlemesi” sayılabilmesi için, bu düzenlemenin ERİŞİLEBİLİR, BELİRLİ ve belki de en önemlisi ÖNGÖRÜLEBİLİR olması gerekmektedir. Aksi halde bir düzenleme bireylerin ifade özgürlüğüne yönelik muhtemelen caydırıcı(chilling effect) bir etki yaratacak zira sürekli bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma tehtidi altında kalacaklar. Belirttiğim bu sebeplerle terör örgütü propagandası yapmak şeklinde bir suç tipinin mevcut kanunumuzda mevcut olması bu açık fikirli ve hoşgörülü bir tartışma ortamına zemin hazırlamaktan çok bireyleri susmaya ve baskın fikirleri benimsemeye itecektir.
Sabrınız için teşekkür ediyorum.
***
Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:

17 Mayıs 2016 Salı

"ATATÜRK İNGİLİZ VALİSİ OLMAK İSTİYORDU" YALANINA YANIT... YAZAN: SİNAN MEYDAN - Gönderen: Oğuz KAĞAN

"ATATÜRK İNGİLİZ VALİSİ OLMAK İSTİYORDU" YALANINA YANIT
SİNAN MEYDAN
Gönderen: Oğuz KAĞAN

Yeni Osmanlı Projesi'nin Görevli Akil'ine Yanıt,
Atatürk’ün yüzyılın başında İngiliz ve Fransız emperyalizmini ve onların desteklediği Yunan ve Ermeni taşeronlarını Anadolu yaylasına gömerek kurduğu “bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün yeniden “bağımlı” Osmanlıya dönüştürmek isteyen iç ve dış odaklarca yakın tarihi çarpıtmakla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine kurulması planlan Yeni Osmanlı’ya uygun yeni bir tarih kurgulamakla görevlendirilmiş GÖREVLİ AKİL’LERDEN biri de edebiyatçı/amatör tarihçi Mustafa Armağan’dır Cemaatin gazetesinde, Derin Tarih adlı dergisinde ve yandaş medyada çalakalem ve kirli ağız Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapan bu GÖREVLİNİN yalanlarına yanıt vermekten yoruldum doğrusu! Bu yazımda İngiliz gazeteci W. Price'ye dayanarak “Atatürk İngiliz Valisi Olmak istiyordu” diyen “görevli akil” Mustafa Armağan'a bir kere daha yanıt vereceğim bir kere daha.
İngiliz Gazeteci W. Price - Atatürk Görüşmesi
Atatürk 14 Kasım 1918’de İngiliz Daily Mail gazetesi yazarı Ward Price ile İstanbul Pera Palas’ta görüşmüştür. Lord Kinross, “Atatürk” adlı kitabında bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Mustafa Kemal… Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi kahve içmeye çağırdı. Ward Price de Genelkurmayın istihbarat servisindeki albaya danıştıktan sonra çağrıyı kabul etti. Mustafa Kemal onu üniformasıyla değil de, sırtında jaketatay ve başında fesle karşıladı. Ward Price, Mustafa Kemal’i yakışıklı ve erkek tipli buldu. Elini kolunu oynatmadan, sakin ve ölçülü bir sesle konuşuyordu.” İddiaya göre Atatürk bu görüşmede Price’e, “Bu böyle olmaz vatanı baştan başa değiştirmek lazım, yenileştirmek lazım” demiştir.
Ward Price’ı Daily Mail Gazetesine Verdiği Demeç (1918)
Ward Price, 1918 yılında Daily Mail gazetesine verdiği demeçte İstanbul’da Atatürk’le görüştüğünü anlatmış, ancak Atatürk’ün o görüşmede kendisine İngiliz valisi olmak isteğini söylediğinden falan söz etmemiştir.
Price’nin Cumhuriyet Gazetesi’ne Verdiği Demeç (1939)
Price, 1939 yılında İstanbul’a gelmiş ve Cumhuriyet gazetesine bir demeç vermiştir. Price demecinde, 1918’de Atatürk’le yaptığı görüşmeyi kastederek, “O zamanlar doğrusu bu laflara pek dikkat etmemiştim. Mesleğimin her zaman hatırlayacağım büyük hatası, bu emsalsiz dehayı o zaman keşfedememiş olmamdır” demiştir. Hepsi bu! Price yine 1918’deki o görüşmede Atatürk’ün kendisine İngiliz valisi olmak istediğini söylediğinden söz etmemiştir.
Price’nın “Ekstra-special Correspondant” Adlı Kitabındaki İddiası (1957)
Ancak aynı Price, bu demeçten (1939’daki) tam 18 yıl sonra 1957 yılında “Ekstra-special Correspondant” yani “Çok Özel Gazeteci” adlı bir kitap yazmış ve kitabında Atatürk’’ün 1918’deki görüşmede kendisine, “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa, İngiltere yönetiminde bulunan tecrübeli Türk valileriyle çalışmak gereğini duyacaklardır. Böyle bir yetki çerçevesinde hizmetlerimi sunabileceğim uygun bir yerin mevcut olup olamayacağını bilmek isterim” dediğini iddia etmiştir.
Price, bu görüşme sırasında Albay Refet Bele’nin de orada olduğunu belirtmiştir. Price, ayrıca Atatürk’ün böyle bir göreve istekli olduğunu, kendisinin bu öneriyi İngiliz askeri istihbaratından Albay Hoywood’a bildirdiğini, ancak İngilizlerin bu öneriye o sırada fazla önem vermediğini ileri sürmüştür.
Akıl Oyunları
Price’ın, “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istiyordu!” iddiasını “doğru” kabul etmeden önce sorgulayalım. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı GÖREVLİ tarihçiler sadece Atatürk’ün lehine durumları sorgulamaya alışıktırlar, onlar Atatürk aleyhine durumları “peşinen doğru” kabul etmeye alışıktırlar! Bu nedenle bu konuyu sorgulamaya gerek duymazlar. Adı üstünde GÖREBLİ olunca böyle oluyor tabi! Her neyse! 1918 öncesinin ve sonrasının koşullarını ve Mustafa Kemal’in çalışmalarını dikkate alarak inceleyelim iddiayı:
1. Görüşmenin Zamanı: (14 Kasım 1918): Atatürk, daha bir gün önce 13 Kasım’da (İstanbul’un fiilen işgal edildiği gün) İstanbul’a gelmiş ve ayağının tozuyla Pera Palas Oteli’ne yerleşmiştir. Pera Palas Oteli’ne yerleşmesinin temel amacı, işgalci İngiliz ve Fransız subaylarının ve gazetecilerinin de daha çok Pera Palas’ı tercih etmeleridir. Atatürk üniformalarını çıkarıp sivil giysilerini giyerek gizli, açık İngiliz ve Fransız yetkililerin amaçlarını, planlarını öğrenmek istemektedir. Bir askeri ve strateji dehası olan Atatürk, her zaman öncelikle düşmanını tanımayı ilke edinmiştir. Daha bir gün önce İstanbul’a gelen Atatürk’ün, daha ne olup bittiğini tam olarak anlamadan apar topar İngiliz gazetecisine, “Ben Anadolu’da İngiliz valisi olmak istiyorum!” demesi pek de mümkün değildir. Atatürk Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da Osmanlı Hükümeti çevrelerinde siyasi yollara başvurmayı düşünmektedir. İşgal İstanbul’da aralarında padişahın da olduğuyetkililerle, devlet adamlarıyla ve silah arkadaşlarıyla görüşmeler yapmayı düşünmektedir. Nitekim 14 Kasım1918-16 Mayıs 1919 arasındaki altı ay boyunca İstanbul’da kalan Atatürk, bütün bu kişilerle çok sayıda gizli, açık görüşme yapmış, Kurtuluş Savaşı’nın bütün alt yapısını İstanbul’da hazırlamıştır. (Bkz. Sinan Meydan, Parola Nuh-Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2008.) Kısaca demem o ki, Atatürk, İstanbul’a geleli daha bir gün olmuştur ve daha İstanbul’daki siyasi havayı yeterince koklamamış, gerekli görüşmeleri yapmamıştır. Durup dururken bir İngiliz gazeteciye “Beni Anadolu’ya valiniz olarak atayın!” demesi çok anlamsızdır.
2. Price’nin Çelişkileri: İddia güvenilmezdir: çünkü Ward Price, 1918 yılında Daily Mail gazetesine ve 1939’da Cumhuriyet gazetesineverdiği demeçlerde “Mustafa Kemal’in İngiliz valisi olmak istediğinden” söz etmezken, 1957 yılında yayınlanan “Çok Özel Gazeteci” adlı kitabında “Mustafa Kemal’in İngiliz valisi olmak istediğini” iddia etmiştir. Eğer iddiası doğruysa neden 1918'de ve 1939'da bu iddiayı dile getirmemiştir?
3. Refet Paşa İddiası: Price, Atatürk’le yaptığı görüşme sırasında Refet Paşa’nın da orada olduğunu ileri sürmüştür, ancak 14 Kasım’da henüz Atatürk, Refet Paşa ile görüşmemiştir. Price başka birini Refet Paşa ile karıştırmış da olabilir tabi!
4. Bir Hafta Kadar Önce Atatürk İngilizlere Direnmekten Söz Ediyordu: Atatürk, Price ile İstanbul’da görüşmesinden çok değil daha bir hafta kadar önce (3-8 Kasım 1918’de) Adana’dan Sadrazam ve Harbiye Bakanı Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği telgraflarda açıkça "İngiliz karşıtlığını" ortaya koymuş, emrindeki orduya “İngilizlere ateşle karşılık vermeyi emrettiğini” belirtmiştir:
İşte Price’nin iddiasını yerle bir eden, Atatürk’ün İngilizlere karşı direnişe kararlı olduğunu gösteren o telgraflarından bazı bölümler:
“…İngilizlerin her dediğine boyun eğilecek olursa onların ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”
“…İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarmaya girişecek İngilizlere ateşle engel olunmasını 7. Ordu’ya emrettim.”
“…İngilizlerin elde edeceği sonucu onlara kendi yardımımızla bahşetmek, tarihte Osmanlılık için ve özellikle bugünkü hükümetimiz için kara bir sayfadır.”
“… İngilizlerin iğfalkar hareketlerini, İngilizlerden ziyade haklı görenlerle işbirliği yapmaya yaradılışım müsait değildir.”
Bir hafta önce “İngilizlere ateşle karşılık vermekten” söz eden Atatürk’ün bir hafta sonra “İngiliz valisi olmaktan söz etmesi” ne kadar inandırıcıdır? Price, eğer o günlerde Atatürk’ün daha birkaç gün önce Adana’dan Harbiye Bakanlığı’na gönderdiği “İngiliz karşıtı” bu telgrafları bilseydi, bu gülünç dedikoduyu şüphesiz ki kitabına koymazdı, koyamazdı.
5. İlk Silahlı Direniş İskenderun Saldırısını Atatürk Gerçekleştirmiştir: Mondros gereği İskenderun Körfezi ve çevresindeki mayınlar 1918 Kasım ayı başından itibaren İngiliz-Fransız mayın tarama gemilerince temizlenmeye başlanmıştır. Ancak İtilaf devletlerinin asıl niyetinin bölgeyi işgal etmek olduğu birkaç gün içinde ortaya çıkmıştır. İtilaf devletlerinin çok stratejik bir konumdaki İskenderun’u işgal etmek istedikleri anlaşılmıştır. İtilaf devletleri 4 Kasım 1918’den itibaren İskenderun’u işgal etmekten söz etmeye başlamışlardır. Ancak Atatürk, emrindeki 7. Ordu, 3. Kolordu ve 41. Tümen Komutanlığı’na 5. Kasım 1918’de çektiği telgrafta İskenderun Körfezi’nden çıkarma yapmaya kalkışacak İngiliz kuvvetlerine ateşle karşılık verilmesini istemiştir. Atatürk’ün bu emri üzerine 41. Tümen topçu birlikleriİskenderun Körfezi’ne bakan sırtlarda, körfeze girecek düşman donanma ve çıkarma araçlarına ateş edecek biçimde mevzilenmişlerdir. Ayrıca 3. Kolordu topçusuyla da güçlendirilmişlerdir. Atatürk, 6 Kasım 1918’de Başkomutanlık Erkan-ı Haribiye Başkanlığı’na çektiği telgrafta çıkarma teşebbüsü karşısında, ateşle karşılık vereceğini hem İngiliz kumandanlığına hem de Sadrazam ve Başkumandan Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa’ya bildirmiştir. Atatürk’ün bu kararlı tutumu karşısında İngilizler Osmanlı hükümetini sıkıştırmaya başlamışlardır. Bazı kaynaklara göre, örneğin 7. Ordu Harekat Şubesi’nde görev yapan subaylara göre İngiliz ve Fransız donanma ve çıkarma birlikleri körfeze girdiklerinde 41. Tümen uyarı ateşi yapmıştır. Bazı kaynaklara göre, örneğin, bir gün sonra, 7 Kasım 1918’de Atatürk tarafından Ahmet İzzet Paşa’ya cevabi telgrafta İngilizler bir çıkarmaya yeltenmediklerinden ateş edilmesine gerek kalmamıştır.Ancak belgeler dikkatle incelendiğinde 6 Kasım 1918’de İskenderun Körfezi’ne girmeye çalışan İngiliz-Fransız çıkarma birliklerine Türk topçusu tarafından ateşle karşılık verildiği anlaşılmaktadır. Süleyman Hatipoğlu’nun, “Filistin Cephesinden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa” adlı kitabında da belirttiği gibi, “7. Ordu Karargahı’nın hareket şubesinde o zaman genç bir subay (yüzbaşı) olarak görev yapmış olan Muzaffer Ergüder’in Samet Kuşçu’ya anlattıklarına ve not ettirdiklerine göre uyarı niteliğindeki topçu ateşi yapılmıştır. 6 Kasım 1918 günü İskenderun Körfezi’ndeki bu ateş ve direniş sonucunda düşman donanması körfezden uzaklaştırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, kişisel dostlukları bulunan, saygı ve sevgi duyduğu Ahmet İzzet Paşa’yı daha fazla kırmamak, gücendirmemek için ve amaca da vardığı için cevabi telgrafında ‘Ateş edilmesine hacet kalmamış ve buna göre birlik komutanlarına yeniden emir verilmiştir’ diye bildirerek konuyu kapatmak istemişti.” Enver Behnan Şapolyo, bu olayı “ilk kurşun sesi” olarak adlandırmıştır. Samet Kuşçu’nun anlattıklarına bakılacak olursa Kurtuluş Savaşı’nın ilk silahlı direnişi Atatürk’ün emri üzerine gerçekleştirilen 6 Kasım 1918’deki İskenderun Körfezi saldırısıdır. “Kurtuluş Savaşımızın eşsiz mimarı, eşsiz komutan Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile gerçekleşen bu kutsal direniş ilk olandır. O tarihte zaten anayurdun hiçbir köşesine henüz düşman ayağı değmemiş ve işgal başlamamıştır. Milli direniş ve karşı koyma düşünce ve kararı, hiçbir bölgede meydana gelmiş değildir. Milli direnme ve karşı koyma, herkesten ve her yerden önce Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında, yüreğinde ve ruhunda kıvılcım alıp alevlenmiştir.” Daha sonra da 19 Aralık 1918’de Dörtyol Karakese köyünde İtilaf devletlerine karşı ilk silahlı halk direniş gerçekleşmiştir.
14 Kasım 1918’de İstanbul’da “Atatürk’ün İngiliz valisi olmak istediğini” ileri sürenlerin, Atatürk’ün Yıldırım Orduları Komutanı olarak 1-10 Kasım arasında Adana, Kilis ve İskenderun hattında yaptığı İLK DİRENİŞ HAZIRLIKLARINDAN (Adana Mülakatı, Adana’da Şakir Paşa’daki Kırmızı Konakta yaptığı direniş toplantıları ve Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği direniş telgrafları vs) haberi yoktur belli ki! Kısaca demem o ki, 14 Kasım’da “Atatürk bana İngiliz valisi olmak istediğini söyledi” diyen Price, Atatürk’ün çok değil sadece 8 gün önce İskenderun’daki İngiliz donanmasına saldırı emri verdiğinden habersizdir! (Ayrıntılar için bkz. Sinan Meydan, Parola Nuh-Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, Akl-ı Kemal-Atatürk’ün Akıllı Projeleri, 1. Cilt).
6. Atatürk 21 Mayıs’ta İngilizlerin Teklifini Reddetmişti: Price’nin bu iddiasını çürüten en somut olaylardan biri Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında yaşanmıştır. 21 Mayıs’ta Atatürk, Samsun’da güvenlik durumunu görüşmek üzere İngiliz Güvenlik Yüzbaşısı L. H. Hurst ve iki meslektaşıyla buluşmuştur. İngiliz subaylar Atatürk’e açıkça, Osmanlı hükümetinin ülkeyi yönetemediğini bu nedenle en azından birkaç yıl için yabancıların korumasına ve müdahalesine ihtiyaç olduğunu söylemişlerdi ve Türkiye’nin İngiliz mandası altına girmesini teklif etmişlerdir. Atatürk, “sorunların çözüleceğini” söyleyerek bu teklifi kesin bir tavırla reddetmiştir. Soruyorum; Atatürk gerçekten İngiliz valisi olmak isteseydi, İngilizlerin Samsun’da kendisine yaptıkları bu teklifi geri çevirir miydi?
7. Tarihçilerin Görüşleri: Yerli ve yabancı tarihçiler Price’nin bu iddiasının gerçeği yansıtmadığı düşüncesindedirler. Prof. Sina Akşin,“Bu olayı ciddiye almak çok zordur. Vatana ciddi hizmetlerde bulunmaya hazırlandığı ve en az Harbiye Nezaret’i ne göz diktiği bir sırada Mustafa Kemal’in böyle süfli bir teklifi, araya otel müdürünü ve bir gazeteciyi koyarak yapması, inanılacak şeylerden değildir. Böyle bir görüşmenin yapıldığı kesinlikle kanıtlansa bile, önerinin ciddi olarak yapılmadığına hükmetmek gerekir” derken, Doğan Avcıoğlu ve Sadi Borak da Atatürk’ün İngiliz karşıtlığına dikkat çekerek, bu iddianın inandırıcı olmadığını belirtmişlerdir.Yabancı tarihçilerden Prof. Andrew Mango, Price’nın iddiasını, “Yorum farkları ve unutkanlık olabileceği noktası göz ardı edilmemelidir”diyerek sorgularken, Lord Kinross, bu görüşmenin nedenini, Atatürk’ün dolaylı yoldan İngilizlerin ağzını arama isteğine bağlamıştır. Grace Ellison’ın 1928’de yayınlanan “Turkey Tuday” adlı eserinde, Sir Alexander T. Waugh’ın 1930 yılında yayınlanan “Turkey Yesterday, Today and Tomorrow” adlı kitabında ve Prof. Bernard Lewis’in 1961’de yayınlanan “The Emergence of Modern Turkey” adlı çalışmasında gazeteci Ward Price’nın iddiasına yer vermemeleri, bu iddiayı ciddiye almadıklarını göstermektedir. Ciddi tarihçiler, gazeteci Ward Price’nın “iddiasını” doğrulamazken ve dikkate almazken ülkemizdeki “Vahdettinperest İkinci Cumhuriyetçi liboşlar” ve “Atatürk paranoyasına yakalanmış yobazlar”, Price’nın iddiasına dört elle sarılmışlardır. Bu iddiayı son olarak gazeteci yazar Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk” adlı kitabında ve Mustafa Armağan, “Kim Hain Kim Kahraman” adlı bir yazısında gündeme getirerek, sözüm ona, “Mustafa Kemal’in de İngilizci olduğunu” kanıtlamaya çalışmışlardır! Şimdi bu çevrelere, onları hayal kırıklığına uğratacak bir gerçeği hatırlatalım:
8. İngiliz gazeteci Price’nin Sadram Tevfik Paşa ve Ali Rıza Bey ile görüşmesi: İngiliz gazeteci Ward Price, İstanbul’da sadece Atatürk’le görüşmemiş, aynı zamanda Osmanlı hükümeti temsilcileriyle ve dahası –sıkı durun– Padişah Vahdettin’le de görüşmüştür. Price, 11 Kasım 1918’de Sadrazam Tevfik Paşa ile görüşmüş, Tevfik Paşa, Price’e, “Amacımız İngiltere ile eski dostluğu canlandırmaktır” demiştir. Price, 17 Kasım 1918’de de Ayan Meclisi Başkanı Ali Rıza Bey’le görüşmüş, Ali Rıza Bey de kendisine, “İngiltere ile samimi bir ittifakı arzu ederiz” demiştir.
9. İngiliz gazeteci Price’nin Padişah Vahdettin’le görüşmesi: Price, 24 Kasım 1918’de Padişah Vahdettin’le görüşmüş, Vahdettin, İngiliz gazeteciye, “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ermenilerin öldürülmeleri…. Kalbimi yaralamıştır. Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır… Şimdi bu sebepten memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım… Diyebilirim ki Türk milleti İngiltere’ye karşı aynı duygularla, hem de umumiyetle çok daha kuvvetle duygulanmaktadır.” demiştir. Vahdettin’in Ward Price’e yaptığı bu açıklamalar, 6 Aralık 1918’de Daily Mail gazetesinde yayımlanmıştır. Atatürk’le yaptığı görüşmeden tam 40 yıl sonra yazdığı anılarında “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istemişti!” diyen Ward Price’ı çok seven “Vahdettinperestler”, aynı Price’ın Vahdettin’in “İngiliz severliğini” olanca açıklığıyla ortaya koyduğunu biliyorlar mıdır acaba? Yoksa biliyorlar da saklıyorlar mıdır, nedir?...
Diyelim ki İddia Doğu!
Price’ın, “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istiyordu!” iddiasını “doğru” kabul edecek olursak da şöyle yorumlayabiliriz: İşgal İstanbul’unda direniş planları yapan Atatürk, bütün vatanseverlerin İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya sürgün edildiği bir ortamda her şeyden önce İngilizlerin hedefi olmaktan kurtulmak zorundaydı. Bir strateji ve taktik dehası olan Atatürk, İngiliz baskısından kurtulmak için, “strateji gereği” o süreçte İngilizlere karşı değilmiş gibi görünmek amacıyla Price’e böyle bir öneri sunmuş olabilir. Nitekim o günlerde çıkarmaya başladığı Minber adlı gazetede İngilizleri kızdıracak yayınlardan kaçınmıştır, hatta "İngilizleri uyutucu" bir yayın çizgisi izlemiştir. Nitekim Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın başlarında da strateji gereği işbirlikçi padişah Vahdettin’i kuşkulandırmamak için bir süre “Vahdettin’e yakınmış izlenmi” vermiştir. Yine buna benzer şekilde içerdeki dışarıdaki Müslüman unsurların Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesini sağlamak için bir süre "HİLAFETİ kurtarmak" için bu mücadeleyi verdiklerini söylemiştir. Başka ve çok daha güçlü bir olasılık da şudur: İlerleyen günlerde ulusal direnişi örgütlemek için bir şekilde İstanbul’dan Anadolu’ya geçmeye çalışan Atatürk, “İngiliz valisi” olarak kolayca Anadolu’ya geçmeyi düşünmüş olabilir. İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek için “İngiliz vizesine” ihtiyaç duyulan bir ortamda zeki ve taktikçi Atatürk’ün böyle bir plan yapmış olması muhtemeldir. Sadi Borak’ın dediği gibi, “Bir görevle Anadolu’ya geçerek orada ulusal direnişi körüklemek kararında ve azminde olan taktisyen Mustafa Kemal’in bu yola da başvurmasını doğal karşılamak gerekir.” Prof. Andrew Mango da aynı kanıdadır: “…Mustafa Kemal… Belki de İngilizlerin desteğiyle askeri bir yönetici olarak Anadolu’ya dönüp Ermenilere ve Yunanlılara toprak verilmesini önlemek için çalışmayı düşünmüştür. Türklerin çoğu için de en acil tehlike buydu.”
Diyelim ki Price Doğru Söylüyor Ne Değişir: İngiliz İşbirlikçisi Vahdettin ve Damat Ferit Aklanır mı?
Diyelim ki gerçekten de Atatürk, 14 Kasım 1918’de Pera Palas’ta İngiliz gazeteci Price, “Anadolu’da İngiliz valisi olmak istediğini”söyledi? Ne değişir? Çünkü sonraki zaman diliminde Atatürk İngiliz valisi falan değil İngilizlerin kabusu olmuştur. Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, “Kurtuluş Savaşı aslında bir Türk İngiliz Savaşıdır” Atatürk, W. Price'ye "İngiliz valisi olmak istediğini" söylemiş olsa ne değişir? Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz destekli Yunan ordusunu yendiği gerçeği mi değişir? Yoksa İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit ve Padişah Vahdettin’in İngilizlerle birlikte Kurtuluş Savaşı’nı bitirmek, Atatürk’ü ve milliyetçileri yok etmek istedikleri, bunun için fetvalar yayınlatıp, bu fetvaları İngiliz uçaklarıyla Anadolu semalarına attırdıkları, Hilafet Ordusu adında bir ihanet ordusu kurup bu orduyu İngiliz silahlarıyla teçhizatlandırıp Atatürk’ün ve milliyetçilerin üzerine gönderdikleri, Mustafa Sagir adlı İngiliz casusunun Atatürk’ü öldürmek için Ankara’ya kadar gittiği gerçeği mi, İngiliz casusu Noel’in Kürtleri Atatürk’e karşı kışkırtmak için yaptığı çalışmalar mı, yoksa İngiliz gizli servisi MI6’nın Atatürk’ü yok etmek için yaptığı çalışmalar mı, işgalci İngilizlerin Anadolu’daki direnişçilere KEMALİST deyip, bu vatansever KEMALİSTLERİ halkın gözleri önünde kurşuna dizdiği gerçeği mi, yoksa İngilizler İstanbul’u işgal edince İstanbul’daki milletvekillerini ve vatanseverleri Malta’ya sürgün edince Atatürk’ün de Anadolu’daki işgalci İngiliz subaylarını esir aldığı gerçeği mi değişir? Ne değişir?
İngilizlerin kartpostal haline getirdikleri bu kartın arkasında, İngilizce, "İzmit'te bir Kemalist Türk'ün idamı" yazıldır.
Atatürk’ün, Yarbay Özdemir Bey’e Musul’u Misak-ı Milliye kazandırması için verdiği emirler, Özdemir Bey’in milisleriyle 31 Ağustos’ta Irak civarında İngiliz ordusuna karşı kazandığı DERBENT ZAFERİ gerçeği mi değişir? Ne değişir? Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği içinde her türlü ihaneti yapan Padişah Vahdettin’in savaş sonunda Atatürk zafer kazanınca İngilizlerle yaptığı HİLAFET ANLAŞMASI gereği(Vahdettin Halifeliği İngilizlere satmıştır. Bunun karşılığında İngiliz korumasında İngiliz etkisinde bir HALİFE olmayı kabul ederek İngilizlere sığınmıştır. Kaçarken hazineyi soymamansın nedeni de budur. Nasıl olsa İngilizlerin kendisine krallar gibi bakacaklarını düşünmüştür. Ama bu oyunu Atatürk bozmuştur. Atatürk, Vahdettin'in "Hilafet hırkasını" alıp Abdülmecit Efendi’ye giydirince çırılçıplak kalan Vahdettin’i İngilizler yarı yolda bırakmış, o da yurt dışında sefalet içinde ölmüştür: İhanetin sonu işte!) yurt dışına kaçtığı gerçeği mi değişir? İngilizlerin Şeyh Sait İsyanı’ndaki kışkırtıcılıkları gerçeği mi değişir? Ne değişir ey GÖREVLİ TARİHÇİ ne?
Aslında bu tür "saçma-salak" iddiaların, bir kere daha Atatürk'ün büyüklüğünü gözler önüne sermemize fırsat verdiği için yararlı olduğu bile söylenebilir! Düşünsenize, bugün Atatürk karşıtlarının sahte kahramanları Vahdettin'le ilgili bizim arşivlerimizde ve İngiliz arşivlerinde yüzbinlerce İHANET BELGESİ varken, Vahdettin, Kurtuluş Savaşı boyunca İngilizlere ciltler dolduracak söz ve vaatte bulunmuş, hatta ülkesini 15 yıllığına İngiltere'ye kayıtsız koşulsuz teslim edip Kurtuluş Savaşı'nın ardından İngilizlere sığınıp yurt dışına kaçmışken, Atatürk, bir İngiliz gazeteciye "şunu demiş, bunu demiş" diye bin dereden su getirerek Atatürk'ü suçlamaya çalışmak zorunda kalıyor yalancı tarihçiler. Ne diyebilirim. Büyüksün Atam!
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"
**
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."

16 Mayıs 2016 Pazartesi

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE KÜRT SORUNU: GELİŞİMİ VE ETKİLERİ THE KURDISH PROBLEM IN DEMOCRATIC PARTY PERIOD: ITS PROGRESS AND INFLUENCES Yrd. Doç. Dr. Fuat UÇAR Giresun Üniversitesi Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü

The Journal of Academic Social Science Studies  -  International Journal of Social Science  - Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3252  -  Number: 43 , p. 175-200, Spring I 2016 - Yayın Süreci Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date, 04.01.2016 13.03.2016

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE KÜRT SORUNU: GELİŞİMİ VE ETKİLERİ
THE KURDISH PROBLEM IN DEMOCRATIC PARTY PERIOD: ITS PROGRESS AND INFLUENCES
Yrd. Doç. Dr. Fuat UÇAR
Giresun Üniversitesi Rektörlük Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü
Öz
Kürt Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu'nda; II. Abdülhamit, İttihat ve Terakki dönemlerinden Cumhuriyet Dönemine kadar yöneticiler nezdinde hassasiyetini koruyan bir konu olmuştur. Cumhuriyet'in ilanından sonra, tek parti ve çok partili dö-nemlerde de güncelliğini koruyan Kürt Sorunu, 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti (DP) Döneminde de geleneksel politikaların dışında farklı uygulamalara konu olmuştur. Bu dönemde Kürt Sorunu, yöneticiler tarafından geleneksel olarak sadece asayiş sorunu olarak görülmenin dışında, iç ve dış etkenlerin de etkisiyle ortaya çıkan demokratikleşmeler sonucunda bir "yumuşama" dönemine girmiştir. Bu süreçte tek parti döneminde sürgüne gönderilenlerin yerlerine dönmeleri ve mülklerini edinmelerine izin verilmesi ile meclise temsilci olarak girmeleri en önemli gelişmeler olmuştur. Bu çerçevede Kürt Sorunu, 1934 İskan Kanunu'nun ve Umum Müfettişlikler'in kaldırılması ile çeşitli dernekler ve yayınların da ortaya çıkmasıyla Kürt Kimliği'ne ilişkin bir bilinçlenme meydana gelmiştir.
Yine DP döneminde, ülke genelinde uygulanan çeşitli liberal politikaların sonu-cunda yöneticilerin, önde gelen Kürt ağa ve şeyhleri ile işbirliği ve ittifak içine girmeleri, özellikle bu ağa ve şeyhlerin de etkisiyle DP'nin, doğu ve güneydoğu bölgelerinde CHP'ye nazaran daha fazla güç kazanmasına neden olmuştur. Siyasal ve ekonomik gelişmeler sonucunda DP döneminde ortaya çıkan bu ittifakın da etkisiyle ortaya çıkan Kürt kimliğine ilişkin siyasal ve ideolojik bilinçlenme daha sonraki dönemlerde Kürt Hareketi'nin gelişmesinde önemli etkenlerden biri olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kürt Sorunu, Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Kırk Dokuzlar Hareketi, Dicle Talebe Yurdu
Abstract
Kurdish problem has been an issue that keeps sensibility in the presence of ex-ecutives from the periods of Abdulhamid II, Union and Progress Association in Ottoman Empire to the Republic period. After the proclamation of the Republic, the Kurdish prob-
176
Fuat UÇAR
lem that has kept up-to-date in single and multi party periods was subjected to different practices out of traditional politics in the period of Democratic Party in 1950-1960. In this period, the Kurdish problem, apart from which was perceived as only public peace prob-lem by executives, got into a “detente term” as a result of democratisation that devel-oped with internal and external factors. During this period, that the ones sent to exile in single party term got into parliament as delegate by being allowed to turn back and ap-propriate became the most important developments. The Kurdish problem within this scope became awareness regarding Kurdish identity with coming out of removing some associations and publications thanks to the removal of Settlement Law in 1934 and Pub-lic Inspectorship.
Once more in the period of Democratic Party, that the executives cooperated with Kurdish aga and sheiks as a result of various liberal politics applied all around the country caused Democratic Party to gain more strength in comparison to Republican People’s Party in eastern and southeastern regions. The political and ideological aware-ness regarding Kurdish identity with the effect of this alliance in consequence of political and economical developments in Democratic Party period became one of the most im-portant factors of Kurdish movement in later periods.
Keywords: Kurdish Problem, Democratic Party, Republican People's Party, 49s Movement, Dicle Dormitory
GİRİŞ
Kürt Sorunu, Türkiye'nin son yıl-lardaki en önemli sorunlarından birisidir. Osmanlı'dan itibaren son yüz yıllık süre-de çeşitli isyanlarla gündeme gelen bu sorun Cumhuriyet Döneminde de devam etmiştir. Cumhuriyet Döneminde, 1925'te Şeyh Said İsyanı, 1926'da Birinci Ağrı İsyanı ve 1927'de İkinci Ağrı İsyanı'nın meydana gelmesiyle bu isyanlara katılanlara yöne-lik 1934 yılında 2510 Sayılı Mecburi İskan Kanunu1 çıkarılmıştır. Daha sonra 1938'de Dersim İsyanı'nın meydana gelmesi ve bastırılmasından sonra 1930'lu yıllar bo-yunca Kürt Sorunu güncelliğini kaybet-miştir. Buna rağmen Atatürk Dönemi Kürt Sorunu bugün en çok tartışılan ko-nulardan biri olarak gündemde yer alma-ya devam etmektedir.2 1938 yılına kadar süren bu isyanlar, dini etmenler ve ya-bancı desteği dışında başka nedenlere de bağlanmıştır. Bu nedenler; Kürtlerin yeni
1 Resmi Gazete, Kanun No: 2510, Sayı: 2733, Kabul Tarihi: 14.6.1934, İlan Tarihi: 21.6.1934.
2 Atatürk Dönemi Kürt Sorunu ve politikaları hakkında daha geniş bilgi için bkz. Serap Yeşiltuna, Atatürk ve Kürtler, 3. Baskı, İleri Yayınları, İstanbul, 2015.
merkezi yönetim sisteminden hoşnutsuz olmaları, bürokratların Kürtlere kaba davranmaları sonucu halkın duyduğu bireysel huzursuzluk ve rahatsızlıklar şeklinde olmuştur.3 1925-1938 dönemine ilişkin Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin Türkiye gözlemcisi; "Kürt böl-gesinde ciddi ayaklanmalardan sonra devlet hala bu bölgede reform yapmaktan söz ediyor"4 şeklindeki değerlendirmesiy-le yaşananlar isyan olarak nitelendirmiş-tir.
1925-1938 arasındaki bu dönemde devlete yönelik bu tür isyanların ortadan kaldırılmasında sertlik yanlısı bir tutum sergileyen İsmet İnönü bu dönemde baş-bakan olarak görev yapmıştır. Böylece 1938 yılında meydana gelen Dersim İsya-nı'nın bastırılmasından sonra Kürt Soru-nu'nun ne yeni bir ayaklanmaya girişebi-lecek maddi bir kuvveti, ne de ayaklan-manın yerine koyabileceği başka bir stra-
3 Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Çev.: Kadriye Göksel, 3. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul, 2010, s. 231-232.
4 A.g.e., s. 237.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 177
tejisi kalmıştır.5 Bu şekilde muhalif Kürt hareketi derin bir sessizliğe bürünmüş, milliyetçi Kürt liderler, isyanlar ile bir yere varamayacaklarını görmüşler ve yeni durumu da kabullenmek durumunda kalmışlardır.
Dönemsel olarak zaman zaman alevlenen, zaman zaman da gündemden düşen bu sorun sürekli olarak önemini korumuştur. Bu yönüyle tarihindeki en önemli sürecini yaşayan Kürt Sorunu, Ortadoğu'da ve Türkiye'de her zaman önemli bir politik unsur olmuştur. Bu çerçevede, Kürt Sorunu'na karşı; Osmanlı Devleti’nde Yavuz Sultan Selim'den II. Abdülhamit'e ve İttihat ve Terakki’ye kadar yönetimi elinde bulunduranların hassasiyetleri her zaman devam etmiştir. Yöneticilerin bu hassasiyeti Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla da aynı şekilde önemini korumuştur. Bu süreçte konu ile ilgili tartışmaların bir kısmı so-runun mahiyetinden çok ismi üzerinden yürütülmüştür.
Kürtler, II. Meşrutiyet döneminin getirdiği özgürlük ortamında II. Abdül-hamit ve İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) dönemlerinde diğer unsurlar gibi aktif olarak çeşitli örgütlenme ve etkin bir çaba içerisine girmişlerdir. Daha sonra Kürtler, Milli Mücadele Dönemi’nde Anadolu’nun işgali karşısında, Mustafa Kemal'in önder-liğinde Türkler ile birlikte dayanışma içerisine olmuşlar, Milli Mücadele’nin kazanılmasından ve ulusal bağımsızlığın elde edilmesinden sonra Kürtler Türkler ile ortak bir kader birliği yapmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti, 1923'te cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarından iktidar değişikliğinin ilk defa yaşandığı 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar geçen süre-
5 Hamit Bozarslan, "Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898-2000)", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, Ed.: Tanıl Bora - Murat Gültekingil, C. 4, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 850.
de, yani tek parti dönemi boyunca bir köylü toplumu ve ağırlıklı olarak da ta-rımla uğraşan bir ülke görünümünde olmuştur. Ülke 1950 yılındaki bu iktidar değişikliği ile on yıllık Demokrat Parti (DP) dönemini yaşamıştır. Siyasi, ekono-mik, kültürel vb. yönlerden önemli geliş-melerin yaşandığı bu döneme ilişkin yapı-lan çalışmalar genellikle, DP'nin ya yücel-tilmesi ya da karalanmasına yönelik ol-muştur. Bu çerçevede Kürt Sorunu açısın-dan DP dönemi ve DP'nin Kürt Sorunu'na yaklaşımı mutlaka incelenmesi gereken bir konu olarak önemini korumaktadır.
Kürt Sorunu'na yönelik yapılan çalışmalarda genellikle DP dönemine, Kırk Dokuzlar Olayı'nın dışında çok fazla yer verilmemiş, DP döneminin Kürt So-runu'na ilişkin sosyo-ekonomik ve siyasi gelişmelerinden kaynaklanan dinamiği de sığ ve yerel (lokal) düzeyin dışında yeteri kadar ele alın(a)mamıştır. Bu açıdan DP dönemi, entelektüel düzeyde hareketle-nen ve zaman zamanda da ivme Kürt Sorunu'nun gerek 1960'lı yıllarda, gerekse daha sonraki dönemlerdeki gelişiminin ve etkilerinin bir bütün olarak değerlendiri-lebilmesi ve günümüz Kürt Sorunu'nun dinamiğinin daha iyi anlaşılması açısın-dan önem arz etmektedir. Bu nedenle bu çalışmada on yıllık DP döneminde Kürt Sorunu'nun ve ideolojisinin gelişimi ile etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
1. DP İKTİDARI DÖNEMİ KÜRT POLİTİKALARI
Türkiye’nin demokrasi tarihinde önemli bir yere sahip olan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde siyasi patilerin seçim kaygı-ları, pek çok konuda tavizi de beraberinde getirmiştir. DP'nin Yeter Söz Milletin slo-ganı ile girdiği 1950 seçimlerinin sonu-cunda iktidarın değişeceğine, CHP'nin baskı politikalarının ortadan kalkacağına yönelik umut halkta bir kurtuluş ve nefes alma kapısı olarak görülmüştür. Kürtler-
178
Fuat UÇAR
de de beklenti aynı olmuş, hem dini has-sasiyetler hem de Kürt kimliği üzerindeki baskıların biraz olsun gevşeyeceği umu-dunun ortaya çıkması sonucu Kürtler de DP'ye yöneltmiştir.6 Naci Kutlay'da bu süreçte; "Kürt muhalefeti ‘doğu' sorununu konuşmaya başladı. 14 Mayıs 1950 Milletve-kili Seçimlerinde Kürtlerin, o günlerin muha-lefet partisi olan Demokrat Parti'yi destekle-yeceğini bekleyenler ihtiyatlıydı. Sindirilmiş Kürtlerin bu hareketini riskli bulanlar vardı. Ancak Kürtler muhalefete oy verdi."7 diyerek DP'nin Kürtlerde bir umut meydana ge-tirdiğini ifade etmiştir. Yine Cihat Baban da, DP'nin 298 milletvekili ile iktidara geleceği tahmininde bulunduğunda Ba-yar, Baban'a; "Evet 298 rakamında hata yok, hatta eksiklik var. İktidarı nasıl olsa alacağız. Doğu vilayetleri üzerinde tereddütlü davran-mış olacaksın, halbuki ben oralarda netice alacağımıza kaniim. Bize oy vereceklerini açıklamıyorlar ama, hemen hemen hepsi karar-lı... Seçimlerde baskıya maruz kalmamak için Halk Partisinin de yüzüne gülüyorlar"8 diye-rek Kürtlere karşı yaklaşımını ve umutlu olduğunu ifade etmiştir. Bu şekilde, yirmi yedi yıllık CHP yönetiminden sonra 1950'de DP'nin iktidara gelmesiyle Os-manlı'dan beri siyasi ve sosyolojik olarak "çevre" konumunda bulunan halk ilk kez bütün sınıf ve katmanları ile "merkeze" doğru yönelmeye başlamış oldu. Türki-ye'de yaşanan bu demokratikleşmeye paralel olarak eskiye göre çeşitli özgür-lüklerin getirilmesi devletin Kürt Soru-nu'na yaklaşımının da değişmesine neden olmuştur.
Özellikle yürürlükten kaldırılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun engel-lenmesinde toprak ağaları ile sağlanan ittifak, 1950 seçimlerinde DP’ye asıl des-teğin bu ailelerden gelmesinde etkili ol-
6 Altan Tan, Kürt Sorunu, 10. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2011, s. 316.
7 Naci Kutlay, Kürt Kimliği'nin Oluşum Süreci, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012, s. 28-29.
8 Cihat Baban, Politika Galerisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970, s. 47.
muştur. Böylece DP'nin merkez yönetici-leri, daha önce karşı tarafta yer almış olsa bile en güçlü Kürt ağa ve şeyhlerini kendi saflarına almakta tereddüt göstermediler. Abdülmelik Fırat'ın ifadesine göre; ‚Mi-sak-ı milli hudutları dahilinde herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır, bütün faaliyetler her yerde aynı olmalıdır.‛9 teması DP tara-fından işlenmiştir. Ayrıca DP’nin liberal görüşlerinin de etkisiyle doğuda yaşayan halkın DP’ye yönelmesini David Mcdowall şu şekilde belirtmiştir:
"1950’lerde ilk demokratik çoğulcu-luk belirtileri ortaya çıktıktan sonra su yüzüne çıkan bu eğilimler, şeyhler ulusal politikada kendi müritlerini muhafazakâr dini ya da sağ kanat partileri desteklemeye teşvik ederler-ken, Kürt milliyetçileri de sol siyaset içinde güç aramaya çalıştı. Zaman içinde her ikisi de birbirleri için kâbusa dönüşecekti.10 (...) Şeyh-lerin ve müritlerinin kaç oy sağlayabileceğini gayet iyi bilen Demokratlar bu duyguları istismar etmekte hızlı davrandılar ve dini özgürlükleri açıkça savundular. (...) Said Nursi 1950’de kendi müritlerini hararetle Demokratları desteklemeye teşvik etti. Bu davranışında yalnız değildi: Said Nursi ile yakın bağları olan, Bitlis ve Hizan civarındaki Mevlana Halid Nakşibendi hareketi de çoğu Kadiri gibi Demokratları destekledi. Demok-ratlar Anadolu’yu saran bir ağ oluşturmuş-lardı ve bu ağın en güçlü olduğu yer doğuy-du."11
Bu şekilde 1950 seçimlerinde ezici bir çoğunlukla iktidara gelen DP, oyların ve doğu bölgesindeki milletvekillerinin önemli bir kısmını CHP döneminde sür-gün edilen ağaların tabanından almış oldu.12 Ayrıca DP, seçim sürecinde önemli
9 Ahmet Yaşar Akkaya, Türkiye'de Darbeler ve Azınlıklar, Ufuk Yayınları, İstanbul, 2014, s. 235.
10 David Mcdowall, Modern Kürt Tarihi, Çev.: Neşenur Domaniç, Doruk Yayınları, Ankara, 2004, s. 292.
11 A.g.e., s. 526.
12 Bunların en önemlisi daha sonra devlet bakanı olan Yusuf Azizoğlu; Mustafa Ekinci (Lice), Edip Altunakar (Diyarbakır), Mehmet Tevfik Bucak (Siverek) ve Nejat Cemiloğlu (Diyarbakır)’dur. 1954
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 179
bir adım daha atarak, tek parti dönemin-de sürgün edilmiş bölgenin önemli ailele-rinden bazı isimlere aday listelerinde yer vermeyi13 ve başka vaatleri de gündeme getirerek; ‚(<) Seçim kampanyası dönemin-de ayrıca ‘doğudaki kültürel kısıtlamaların’ bir kısmını ortadan kaldırma ve jandarmanın kırsal kesimlerdeki baskıcı uygulamalarını azaltma sözü de vermişlerdi.‛14 DP'nin bu uygulamaları Altan Tan tarafından, geç-mişteki rejim muhalifi ailelerin çocukları-nın "cesaretle" meclise taşınması DP'nin en büyük başarısı olarak görülmüş ve DP'den sonra da hiçbir partinin bu kadar cesur bir politika sonucu çok sayıda rejim muhalifini bünyesine alıp "eritme ve ken-dine benzetme" operasyonu yap(a)madığı şeklinde değerlendirilmiştir.15 Bu durum daha sonra DP geleneğini devam ettiren Adalet Partisi (AP) tarafından da devam ettirilmiştir. DP'nin, 1947'de ve 1948'de CHP tarafından çıkarılan 2510 Sayılı İskan Ka-nunu’nu tadil eden 5098 Sayılı Kanunu değiştirmesi, 5227 Sayılı Kanun ile yasak-lığı kaldırılan ve boşaltılmış bölgelerde
seçimlerinde DP milletvekili olan Kamuran İnan, Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra sürgüne gönderilen Hizan’lı Şeyh Selahaddin’in oğludur. Sürgün trenindeki yük vagonunda doğan İnan, daha sonra AP milletvekili ve Bitlis senatörü olmuş, parti liderliği için 1978’de Süleyman Demirel’e rakip, 1980’li yıllarda ANAP’da yer almış, GAP’tan sorumlu devlet bakanı olmuş ve 1993 yılında Turgut Özal’ın ölümü üzerine cumhurbaşkanlığı için yine Demirel’e rakip olmuştur. Yine sürgün yıllarında Said Nursi’nin müridi olan Kinyas Kartal da 1960’larda Van milletvekilliği ve BMM sözcüsü olan bir aşiret ağasıdır. Sürgünden geri çağrılan ağalardan Yusuf Azizoğlu (Diyarbakır), Ekrem Alican (Erzurum) ve Şeyh Kasım Kufrevi (Kars) yanlarına çok sayıda Kürt’ü de alarak DP’den ayrılarak Özgürlük Partisi’ni kurmuşlardır. Bkz. Mcdowall, a.g.e., s. 528-529, 540.
13 Graham E. Fuller - Henrı J. Barkey, Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev.: Hasan Kaya, Profil Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2013, s. 37.
14 Cem Eroğul, Demokrat Parti: Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1990,s. 49.
15 Tan, a.g.e., s. 316.
köyler teşkili ve halkının yerleştirilmesi hakkında çıkardığı 5826 Sayılı Kanun ile yasak bölge ilan edilen yerlerde yerleşimi serbest bırakarak ve tapuya bağlı olarak devlete geçmiş olan taşınmazları eski sahiplerine geri verilmesini sağlaması, Kürtlere yönelik bir adımı olarak sürgün-deki Kürt ailelerinin, yaşadıkları toprakla-ra geri döndükten sonra çoğunun iktidar partisine destek vermesine neden olmuş-tur.16 Kürt ağalarının böyle bir tercih deği-şikliğinde bulunmalarının en önemli ne-deni, 1938-1950 yılları arasında CHP’nin uyguladığı politikaların daha sonraları DP’yi Kürtler nezdinde daha avantajlı hale getirmesi ve DP'de ilk icraatlarından biri olarak CHP döneminde mağdur ol-duğunu düşünülen bu önde gelen Kürt eşrafını seçimlerde milletvekili adayı gös-termesi olmuştur.17 Bu şekilde DP'nin kendisini desteklemeleri karşılığında Kürtlere kucak açması, desteklerini elde etmek için siyasal ve ekonomik tavizler vermesiyle rejim ya da CHP muhalifi ağa ve şeyh gibi bölgenin önde gelen nüfuzlu kesimlerinin sosyal, politik ve ekonomik statüleri daha da pekiştirilmiş oldu. Aynı zamanda CHP'ye muhalif olmanın yanın-
16 Resmi Gazete, Sayı: 7880, Kabul Tarihi: 3.VIII.1951, İlan Tarihi: 9.VIII.1951, Kanun No: 5826.
17 Ağrıdan, 1930 Ağrı İsyanı'na bizzat katılan ve yıllarca dağda kalan Halis Öztürk (Sipkan aşiret reisi Abdülmecit Bey'in oğlu), Ensarilerden Celal Yardımcı ve sürgünde ölen Şeyh Abdülbaki'nin oğlu Kasım Küfrevi, Erzurum'dan Şeyh Said'in torunu A. Melik Fırat, Elazığ'dan Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Dr. Nurettin Zaza'nın kardeşi Suphi Ergene, Muş'tan Oxin şeyhlerinden Gıyaseddin Emre, Bitlis'ten Kamuran İnan’ın babası Şeyh Selahaddin İnan, Bingöl'den Said Göker (Said Ağa), Mardin'den Savur'lu Hacı Bey'in torunu Hacı Burhaneddin Erdem (Zeynel Abidin Erdem'in amcası), Diyarbakır'dan Mustafa Remzi Bucak, Yusuf Azizoğlu, Mustafa Ekinci, Urfa'dan Necmettin Cevheri'nin babası Ömer Cevheri ile Hakkari’de Şeyh Selim Seven’in oğlu Şeyh Ubeydullah Seven ve bütün Nakşibendi şeyhlerinin çocuklarını milletvekili olarak göstermiştir. Bkz. Tan, a.g.e., s. 317.
180
Fuat UÇAR
da Kürt Milliyetçiliği'ni de savunanlarının DP milletvekili olarak meclise girmeleri ile önceki dönemlerde siyasi olarak etkisi kırılmış Kürtçülük fikrinin savunucuları bu dönemde yeniden güçlenme eğilimine girmiş oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bir köylü toplumu olan ve ağırlıklı olarak tarımla uğraşan bir yapı mevcutken yeni hükümet, 1950'lerden itibaren çeşitli alt-yapı yatırımlarına hız vermiştir. DP dö-neminde ülkede 1950'li yıllardan itibaren tarımsal kapitalizmin gelişmesine paralel olarak üretimin artmaya başlaması, ticari yaşamın canlanması sonucu ülke genelin-de tarım alanında yaşanan köklü değişik-liklere paralel olarak, özel sektöre büyük destek verilmiş, hızlı ekonomik büyüme-nin sonucunda meydana gelen ekonomik kutuplaşma sonucunda kırsal kesimden şehirlere doğru kitlesel göç başlamıştır.18
Bu dönemde doğu ve güneydoğu bölgelerindeki toprak ağalarına verilen makine, mazot ihtiyaçları, krediler ve traktörler sonucu toprak ağaları da tarım-da kapitalist ilişkiler içerisine girerek güç-lü bir Kürt ticaret burjuvazisi meydana gelmiştir.19 Ülke genelinde ekonomik faktörlere dayalı bu gelişmelere rağmen toplumda 1950'li yılların ortalarına kadar iç mobilizasyonun yetersizliği nedeniyle toplumu oluşturan çeşitli etnik ve bölge-sel toplulukların birbirlerini tanımasına tam olarak sağlanamamıştır. Ancak 1950'li yılların sonuna doğru, ekonomik hareket-lenme ile birlikte Türkiye toplumunun önemli bir kısmı doğu bölgesini ya da Kürtler'i 1960 yıllardan itibaren keşfetme-ye başlamasının önü de bu dönemde açılmıştır.20 Yine DP döneminde, tek parti döneminde yasak bölge olduğu için bü-
18 Martin Van Bruınessen, Kürdolojinin Bahçesinde, Çev.: Mustafa Topal, Vate Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 63.
19 Aytekin Gezici, Kürt Tarihi, Tutku Yayınevi, Ankara, 2013, s. 164.
20 Ömer Laçiner, Kürt Sorunu Henüz Vakit Varken, Birikim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 45.
yük ölçüde ticaret yaşamından uzakta kalan doğu bölgesi bu şekilde yasaklı olmaktan çıkarılması, bölgede karayolları yapımına hız verilmesi, ülkenin batı böl-gesine göre geri durumda olan doğu böl-gesinin altyapı, yol ve hizmetler yönün-den desteklenmesi sonucu Kürt nüfusun ekonomik gelişimden de pay almaya baş-laması sonucu eski toplumsal yapı da yavaş yavaş dönüşmeye başlamış oldu. Bu süreçte muhafazakar aşiret reisleri, büyük toprak sahipleri ve şeyhler, özellik-le laik reformların etkisini azaltmak ve dine tekrar ağırlık kazandırmak isteyen DP'ye katılmaya başladılar.21 Bu şekilde Kürt ticaret burjuvazisinin oluşması so-nucunda; ‚Artık siyaset sahnesinde Osmanlı döneminin özerklik yanlısı ve çatışmacı Kürt feodalitesinin yerinde ve onun değer yargıla-rını kullanan devletle işbirliği içinde bir Kürt burjuva sınıfı vardır. Bu sınıf geniş halk yı-ğınlarının yükselen ulusal demokratik taleple-rine karşı statükoyu korumakta ve değişime dolaylı yoldan karşı çıkmaktadır.”22 Böylece DP'nin uyguladığı popülist politikaların Kürt Sorunu’nda da kendini hissettirme-siyle; ‚Demokrat Parti döneminde sadece geleneksel Kürt seçkinleri patronaj siyasetinin içine çekilmiş ve göreceli bir ekonomik gelişme olmuştur. Ama Kürt Sorunsalı’nın hali ve Kürtlerin kendi özgün kimlikleriyle barışçı siyaset yapabilmeleri için hiçbir şey yapılma-mış, gerçek anlamda özgürlükçü demokratik bir ortam sağlanamamıştır.‛23 Bu şekilde DP tarafından desteklenen serbest piyasa ekonomisi büyük toprak ağalarına, aşiret reislerine ve varlıklı köylülere yaramıştır. Köylülerin kendi topraklarını ekmeyi başaramadığı ve bundan ötürü buraları satıp, ırgat oldukları bu dönemde toprak-
21 Martın Strohmeıer - Lale Yalçın - Heckmann, Kürtler Tarih, Siyaset, Kültür, Çev.: Atilla Dirim, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2014, s. 70.
22 Gezici, a.g.e., s. 165.
23 Kürt Meselesi’nde Algı ve Beklentiler (Konda Araştırma), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 60.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 181
sızlık daha da artmıştır.24 Ülkede meyda-na gelen sosyo-ekonomik gelişmelerinin Kürt Kimliği'ne yönelik etkilerini değer-lendiren Mcdowall'a göre:
‚Makinelerden hiçbir yerde Kürdis-tan’da olduğu kadar yaygın biçimde yararla-nılmıyordu. (<) Bununla birlikte ağalar ta-rımsal makinelerin kullanımını maksimize etmek yerine gerekli olandan daha fazla sayıda ortakçı bulundurmayı tercih ettiler. Çoğu durumda kısa süre önce topraksız kalanlara kent yaşamının belirsiz istihdam olanaklarına doğru göçten vazgeçirmeye yetecek küçük araziler verildi. Bunun nedeni çok basitti. Ağaların hala siyasi partiler nezdindeki cazi-belerini koruyabilecekleri bir oy tabanına ihti-yaçları vardı, çünkü bu cazibe onlara kolay kredi olanakları, ucuz teknoloji, gübre, geliş-kin tohum, yol, vb. sağlıyordu. (...) Türki-ye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinin yoğun biçimde makineleşmesi nedeniyle yüzbinlerce Kürt nüfusu topraklarını terk ederek en yakın kentte iş aramış ve bunun ardından da yaşa-dığı bölge dışına göç etmiştir. Böylece yıllar geçtikçe göçmenlerin sayısı büyük ölçüde artmış ve birbirlerine yakın yerlerde yaşama eğilimleri Kürt kimliğinin cumhuriyetin her yerinde kalıcı olarak yerleşmesini sağladı.‛25
1950'li yıllardan itibaren sosyo-ekonomik gelişmelere ve toplumsal mobi-lizasyona bağlı olarak aynı zamanda ta-rım ve sanayideki gelişmelerin de etkisiy-le doğu illerinden büyük ketlere yaşanan göçler sonucu eğitimin önemini kavrayan yeni Kürt Burjuvazisi çocuklarını okut-maya da başladı. Böylece kısa zamanda siyasal bakımdan bir Kürt aydın tabakası ortaya çıkmaya başlamış oldu. Batı ille-rinde üniversite eğitimi gören bu gençler, aralarında Kürtçe konuşarak ve çeşitli kültürel etkinlikler düzenleyerek farklılık-larını bu şekilde sergileyerek Kürt kimliği
24 Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev.: Sedat Cem Karadeli, 4. Baskı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 200.
25 Mcdowall, a.g.e., s. 530-531.
konusunda bilinçlenmeye başladılar. Bu şekilde Kürtler'in 1938 Dersim İsyanı'ndan 1950'ye kadar yaşanan sessizlik dönemi bitmeye başlamış ve Kürt aydınları ile öğrenci gençliğinin başını çektiği yeni bir tepki hareketi meydana gelmiştir.26 Yine çoğulcu demokrasiye geçene kadar Tür-kiye'nin doğusu adeta bir askeri kışlayı andırırken DP, bölgeye okullar, yollar ve hastaneler yaptırarak yatırımlar başlatıl-mıştır oldu27. Bu gelişmelerin de etkisiyle 1950’den itibaren ülke genelinde olduğu gibi okur-yazar oranlarının Kürtlerin ya-şadığı bölgelerde de artmaya başlaması, Kürtlerin kendi kimlikleri ile ilgili çeşitli talepler konusunda kaynaşmalarına ne-den olmuştur. Bu durum artık Kürt hare-ketinin sözcüleri olarak bilinen feodal şefler ve dinsel önderlerin yerini aydınla-rın ve öğrenci gençliğinin almasına zemin hazırlamıştır.28 Örneğin sürgündeki Şeyh Selahattin’in oğlu Kamran İnan'ın, liseyi Bursa’da okuması gibi sürgündeki çocuk-lar okuyarak avukat, doktor ve öğretmen olmuşlardı.29 Böylece göçler ve eğitim yoluyla Kürtler ile toplumun geneli ara-sındaki bütünleşme (entegrasyon) süreci de hızlanmıştır.30 Siyasi atmosferin de etkisiyle çeşitli bireysel özgürlüklerde gelişme imkanının sağlanması sonucu, Kürt burjuva kesimi, DP döneminde bazı sosyal haklardan yararlanarak eğitime ağırlık vermesi sonucu Kürtler içerisinde üniversiteli okumuş sayısı giderek artmış ve bunların çoğu metropol kentlerde Kürt
26 Tarık Ziya Ekinci, Türkiye'nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar, Cem Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 7.
27 Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1993, s. 32.
28 Ahmet Özer, Türkler ve Kürtler, Hemen Kitap Sis Yayınları, İstanbul, 2009, s. 564. 29 Tori (M. Kemal Işık), Kürtler, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, s. 232.
30 Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, Doğan Kitap, İstanbul, 2006, s. 132.
182
Fuat UÇAR
sorunu ile ilgilenmeye başlamışlardır.31
Böylesi bir durumda Kinyas Kar-tal, Bucak aşiretinin önemli isimlerinden Mustafa Remzi Bucak gibi dönemin Kürt hareketinin önde gelen isimleri DP ve daha sonra da AP'de yerlerini almışlar ve Kürtlük kimliğine ve bilincine yönelik politikalarını bu şekilde yürütmüşlerdi. Bu çerçevede Kürt aşiretleriyle ciddi bir ittifak kurma girişimleri ilk kez ve önemli boyutlarda DP iktidarı ile olmuştur. Tür-kiye’de bu dönemde yaşanan hızlı sosyo-ekonomik gelişmenin de etkisiyle Kürtler arasında zamanla ayrışma ve bölünmeler de meydana gelmiş, ağırlıklı olarak DP'de siyaseti tercih eden Kürtlerin yanında önceki dönemde olduğu gibi CHP’de siyaset yapan Kürtler de olmuştu. Böylece Kürtlerin oturduğu bölgelerde CHP ile yerel seçkinler arasındaki bu ittifak, 1950 seçimlerinde de devam etmiştir. CHP Hakkâri'de oyların 100'de 100'nü, Bitlis, Erzincan, Hakkari, Kars, Malatya, Muş, Ordu ve Sinop'ta CHP tam liste kazanarak toplam 69 olan milletvekilinin 50'sini bu illerden çıkarmış, DP ise genel olarak Kürt vilayetlerinde daha az başarılı olmuştur. Bir süre daha konjonktürel yapının etkisi altında olan Kürtlerin bu siyasal tercihle-rini ve 1950'deki bu iktidar değişikliğini Graham E. Fuller ve Henrı J. Barkey şu şekilde değerlendirmiştir:
‚Türkiye’deki iktidar değişiminin bir diğer önemli sonucu da, daha az kısıtlayıcı ve baskıcı devlet yapısından faydalanan ticari burjuva sınıfının doğuşu olmuştu. Kürtler de bu değişimden yararlanmıştı. Ancak Kürt işadamlarının büyük kısmı, tıpkı bugün yap-tıkları gibi, kendi geri kalmış şehirlerini bir kenara bırakarak ülkenin ekonomik açıdan daha gelişmiş bölgelerine yatırım yapmayı seçmişlerdi. Bu yaklaşım geri kalmış Kürt bölgeleriyle başta İstanbul olmak üzere batıda-ki şehirler arasındaki farkı ve mesafeyi daha da açmıştı. Farkın açılması, Kürtlerin sol siyasete
31 Eyüp Demir, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, İstanbul, 2005, s. 25.
geçmelerinin temel nedenlerinden birini oluş-turacaktı. Demokrat Parti dönemi (1950-1960) Kürtler de dahil olmak üzere ülkedeki tüm insanlara sıkıntılarını ve şikayetlerini nispeten ifade edebilme özgürlüğü sağlaması açısından da kayda değer bir dönem olmuş-tu.‛32
Ancak, DP'nin CHP karşısında giderek güçlenmesi ve toplumda artan ilginin de etkisiyle 1950 seçimleri sürecin-de kararsız konumda bulunan ve DP'nin gücü konusunda emin ol(a)mayan doğu ve güneydoğuda yaşayan Kürt seçmeni, 1954 seçimlerinde CHP'den yüz çevirme-ye başlamış ve bu kez DP'ye yönelmişti. Böylece Hakkâri ile Bitlis'te bu kez seçim-leri DP kazanmış, Diyarbakır’da da ezici bir çoğunluk elde etmiştir.33 DP'nin bu başarısında, sürgünden dönenlerin duy-gularını suiistimal ederek, onlara aşiret mensubu ya da çeşitli köylü heyetleri göndererek desteklerini kazanmaya ça-lışması34, CHP’nin 1945'te uygulamaya çalıştığı ancak başarısız olduğu toprak reformu ve DP'nin hükümetteyken asimi-lasyon politikalarını gevşetmesi35 gibi faktörler 1954 seçimlerinde Kürtlerin DP'ye yönelmesine neden olmuştur. Fakat CHP ile Kürt feodalleri arasındaki ittifak 1957’ye kadar sürmüş, 1957 seçimlerinde ülkedeki ekonomik güçlüklerin DP oyla-rında genel bir düşüşe yol açması CHP'nin de Kürtlerin çoğunlukta olduğu vilayetlerde başarılı olmasına neden ol-muştur.36 Ekinci'ye göre bu dönemde, DP'nin demokrasi karşıtı eylemlerinin artması, gemi azıya alıp baskı rejimi kur-duğu o yıllarda doğulu gençler bir ikilem içerinde olmuş ve CHP'ye girmenin Kürt-lere karşı ihanet olacağı düşünülmüştür.
32 Fuller - Barkey, a.g.e., 37.
33 Nevzat Çiçek, 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü Sivas Kampı, Lagin Yayınları, İstanbul, 2010, s. 74.
34 Mcdowall, a.g.e., s. 528.
35 Kemal Kirişçi - Gareth M. Winrow, Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, Çev.: Ahmet Fethi, 6. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2010, s. 127.
36 A.g.e., s. 127.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 183
Bu şartlar altında 1957 yılında CHP'nin yedi yıllık muhalefet döneminde DP'ye karşı demokrasi mücadelesinin öncülü-ğünü yapan bir konuma gelmesinden dolayı Kürtlerin bir kısmı CHP'ye yönel-miştir.37
Mcdowall, 1950'lerde doğu bölge-sinde halkı kazanması zor olmayan DP'nin, şeyhlerden özel mülkiyetin kutsal olduğuna dair fetvalar almasını; ‚... Ağala-rın desteğini kazanmayı zihinlerine kazımış olan Demokratların yararlandığı bir aldatma-caydı. Bunlar birbirini tutan ve küçük bir hedef kitleydi. Örneğin Diyarbakır seçim böl-gesi yirmiden az ağanın denetimindeydi. De-mokratlar 1954 seçimlerinde Kürdistan’daki 40 koltuktan 34'ünü ele geçirdiler."38 şeklin-de değerlendirek bölgenin önde gelen ağa, şeyh ve eşrafa yönelik karşılıklı men-faat ilişkisine dayalı bir politikanın gerçe-ğine vurgu yapmıştır.
İktidara gelmesiyle birlikte Kürt-lerle barışmak için çeşitli girişimler başla-tan DP'nin meşruiyetini ve tabanını geniş-letme çabasını ve bu yönde toplumun çeşitli kesimlerine yönelik toleransını bir fırsat olarak değerlendiren Kürt aydınları DP’de Kürt kimlikleriyle siyasete katıl-maya başlamışlardır. DP'de Kürt aydınla-rın bu yaklaşımına, Van-Özalp'da 1943'te meydana gelen Mustafa Muğlalı Olayı ya da 33 Kurşun Olayı'nın sorumlusu olarak yargılanan Orgeneral Mustafa Muğlalı'yı yargılayıp cezalandırmakla karşılık ver-miştir. 1950 seçimlerinden sonra Muğlalı Olayı'nın DP ile Kürtler arasında bir işbir-liğine neden olduğunu ifade eden Şimşir, olayın 1943'te geçmesine rağmen Muğla-lı'nın zamanında mahkemeye sevk edilip yargılanmadığını, dava açılmayıp yıllarca beklenildiğini, paşanın 1947'de yaş had-dinden emekli olmasına rağmen, kritik 1950 seçimleri yaklaşırken DP'li muhalefe-tin aniden Muğlalı'yı hedef aldığını ve
37 Ekinci, a.g.e., s. 25.
38 Mcdowall, a.g.e., s. 529.
böylece Muğlalı Davası'nı şova dönüştür-düğünü iddia etmiştir39. 1950 seçimlerin-den önce 3 Aralık 1948'de DP Eskişehir Milletvekili İsmail Hakkı Çevik, mecliste “olayın nasıl olduğunu" sorunca olay yeniden alevlenmiş Nakşiler de perde arkasından bastırınca, 19 Ocak 1949'da Muğlalı'nın soruşturulmasına yeniden başlanmıştır. Bu şekilde DP, CHP'ye karşı adeta bir misilleme olarak "katil" Muğlalı ile İnönü'nün eşleşmesinden siyasi bir fayda elde etmeye yönelik bir girişim olarak CHP'yi yıpratmak için eline iyi bir fırsat geçirmiş oldu.40 Söz konusu dava hukuki bir dava olmaktan ziyade adeta siyasi bir gösteriye, meydan okumaya ve muhaliflere mesaj verme niteliği taşımaya dönüşmüştür/bürünmüştür. Daha sonra Muğlalı 25 Şubat 1950'de yeniden mah-kemeye çıkarılmış, mahkeme bu kez 2 Mart 1950'de Muğlalı'yı 20 yıl hapse mah-kum etmiş fakat bu karar Askeri Yargı-tayca bozulmuştur. 27 Eylül 1950'de sağ-lık sorunları nedeniyle tahliye edilen Muğlalı'nın durumu ile ilgili DP Diyarba-kır Milletvekili Mustafa Ekinci, "eğer de-liyse tımarhaneye, aciz ise Darülaceze'ye, sağlam ise hapishaneye" gönderilmesini isteyerek konuyu yeniden meclis günde-mine getirmiştir41 Böylece DP'nin Kürt isyanlarının bastırılmasında önemli bir rol oynadığı için Kürtçülerin hışmını çekmiş olan Muğlalı'yı yargılatması ve idama mahkûm edilmesi Kürtçü aydınları teşvik etmiş ve Kürtçülük hareketine de ivme kazandırmıştır. Kılıç'a göre, DP’nin bu konudaki gevşekliği ve müsamahasına rağmen ordu ve istihbarat Kürtçülük ha-reketlerini takip etmiş, 1950-1956 arası Kürtçülük faaliyetlerine yönelik geniş
39 Bilal Şimşir, Kürtçülük II (1924-1999), 2. Baskı, Bilgi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 489-490.
40 Ayşe Hür, İnönü ve Bayar'lı Yıllar (1938-1960), Profil Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 74-76.
41 1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler, Serler Matbaacılık, İstanbul, 2000, s. 30.
184
Fuat UÇAR
tutuklamalar yapılmıştır.42
DP'nin yeniden iktidar olacağı 1957 yılında Menderes, Kürt aşiretlerinin gönlünü hoş tutmayı her zaman için önemsemiş ve Kürtlerin egemen ailele-rinden ve yöneticilerinden bazı isimlerin milletvekili seçilmeleri sağlanmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak, 1957 seçimleri öncesinde Fırat ailesinden bir aday iste-yen Menderes'in teklifi kabul edilmiş, Şeyh Said'in torunu A. Melik Fırat, yaşı-nın küçük olmasına rağmen mahkeme kararıyla 7 yaş birden büyütülüp 30 ya-şında gösterilerek DP saflarına katılmış ve DP listesinden milletvekili seç(tir)ilmiştir. Böylece Fırat, henüz 23 yaşındayken 1957 seçimleri öncesinde siyasete girmiş oldu. Fırat, Menderes'in kendisini DP saflarına davet etmesini daha sonra; ‚Menderes’in amacı, bizim aileden birinin Parlamentoya girmesi ve kopma aşamasına giren Kürt-Türk diyaloğunu yeniden kurmaktı.‛43 şeklinde açıklamıştır. Menderes'in bu şekilde bir taraftan Şeyh Sait'in ailesinden milletveki-li çıkarması bir taraftan da Said-i Kürdi (Nursi) ile temaslarda bulunarak ziyareti-ne gitmesi onu halk arasında popüler kılmış ve böylece Menderes'in ve DP'nin Kürtleri tanıyacağı ve haklarını vereceği umut edilmiş ve Kürtlerin umudu büyük oranda Menderes'e yönelmiştir.
Böylece DP döneminde Kürtler, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'ne seçilmeye, hatta hükümette yer almaya bile başlamış oldular. 27 Mayıs 1960 Dar-besi'nden sonra hapisteyken Menderes’in ziyaretine gelen ve kendisinden Kürt so-runu konusunda bilgi almak isteyen Milli Birlik Komitesi (MBK) üyelerinden Yüz-başı Numan Esin ile Menderes arasında geçen konuşma, aynı zamanda DP'nin Kürt Sorunu'na yönelik politikaları hak-kında önemli bilgiler de vermektedir.
42 Altemur Kılıç, Büyük Kürdistan Küçük Türkiye, Akasya Kitap, Ankara, 2007, s. 164.
43 Okan İşbecer, "Şeyh Sait’in Torunu Öldü", http://www.turksolu.com.tr/255/isbecer255.htm Erişim: 22.11.2015.
Esin'in ifadesine göre:
"Yassıada'ya gittik. Ada Komutanı Tarık Bey’e Menderes ile konuşmak istediği-mizi söyledik. ‘Adamı rahatsız etmeseniz olmaz mı? Çok ürkek’ dedi. Ben, ‘Hayır, konu-şacğız’ dedim. Kendisine çeşitli sorular yönelt-tik. Ben şunu sordum: ‘Kürt sorunu, Türkiye’nin en önemli sorunudur. Hükümet olarak ne yapmayı düşünüyordunuz?’ Şöyle ilginç bir yanıt verdi: Bizim çözümümüz demokrasiydi. Halka vereceğimiz serbestlikle bu işe bir çözüm geleceği kanaatindeydik. O yönde hareket ettik. Böylece, halkı yönetime ve ülkeye bağlama yolunu seçtik."44
DP'nin Kürtlere yönelik tutumu-nu gösteren Menderes'in bu açıklamaları günümüzde; ‚İster 'Kürt sorunu' deyin, ister 'Doğu sorunu' Ne ad verirseniz verin; şurası kesin: O bölgelerin en huzurlu, en sakin dönemi ne zaman biliyor musunuz? Sı-kı durun: Celal Bayar'ın Cumhurbaşka-nı, Adnan Menderes'in ise Başbakan oldu-ğu 1950-1960 arası. (...) Bu adamlar ne yaptı-lar da, daha önce isyan üstüne isyan patlatan bu etnik grubu teskin ettiler, sırları di?‛45 şeklinde destek göstermektedir. Yine Menderes'in Kürt ileri gelenlerini milletvekili olarak meclise sokması ve Kürt Sorunu ile ilgili olarak 1937'de uygu-lanan bastırma politikasının DP döne-mindeki demokratik gelişmelerle çözül-mek istendiği de iddia edilmektedir.46 Bu çerçevede 1953 yılının Haziran ayında, 1937 olayları esnasında öldürülen 107 kişi için mecliste bir araştırma komisyonu da kurulmuştur.47
44 Abdullah Muradoğlu, "Menderesle Erdoğan'ın Kesiştiği Nokta", http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/menderesle-erdoganin-kesistigi-nokta-26431 Erişim: 22.11.2015.
45 Emre Aköz, "Celal Bayar’ın Kürt Sırrı", http://www.sabah.com.tr/yazarlar/akoz/2007/10/30/celal_bayar_in__kurt__sirri Erişim: 22.11.2015.
46 Emre Aköz, "Menderes’in Kürt Çözümü", http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/02/haber,E65FB693575E4798AF4A521EB381F445.html Erişim:27.11.2015.
47 1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler, s. 31.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 185
Buna karşın, günümüzde Kürt So-runu'na ilişkin demokratik açılım ya da çözüm süreci savunucularının bu yöndeki değerlendirmeleri ulusalcı kesimden bazı-ları tarafından, Atatürk'ten sonra özellikle Menderes döneminde bu politikalardan dönüldüğü, bunun da siyasi Kürtçülüğün büyüttüğü ve DP'nin de siyasi olarak bu şekilde Kürt Sorunu'nun gelişmesine ne-den olduğu iddia edilerek şu şekilde eleş-tirilmiştir:
‚1938’den 1950’ye kadar herhangi bir isyan çıkmamasının nedeni ise Atatürk’ün izlediği başarılı Türkleştirme politikasıdır. Atatürk maalesef bu politikaların meyvesinin alındığını görememiştir.(<) Bayar-Menderes dönemi ise aslında Kürt bölücülüğünün bitti-ği dönem değil tam tersine yeniden hortlatıl-dığı dönemdir. Atatürk döneminde hem geri toplumsal yapıyı yıkmak hem de Türk Milleti ile kaynaştırmak amacıyla Anadolu’nun çeşitli bölgelerine iskan ettirilen aşiretlerin yerli yerine döndürüldüğü, Meclis’e sokularak temsil ettirildiği, palazlandırıldığı dönemdir. Sonuçta iktidar olan, iktidarın nimetlerinden faydalandırılan Kürtler isyan etmemiştir."48
Yine Kürt Sorunu açısından, DP iktidarı ile önceki dönemin mukayesesi Abdülhalük Çay tarafından; ‚Düzensiz halk hareketleri yerini fikir sahasındaki şuurlu illegal faaliyetlere terk etmiştir. İdeolojik faali-yetler bu dönemde ön plana çıkmış ve teşkilat-lanma çabaları yoğunluk kazanmıştır. 1954 yılından sonra bölgesel cemiyet kuruluşları ile bir takım yayın organlarının çıkarılması faali-yetlerine yönelinmiştir. Bu faaliyetler 1960 sonrasında meyvelerini vermeye başlayacak-lardır.‛49 şeklindeki yapılmıştır. DP döne-minin Kürt Hareketi'nin gelişimi açısın-dan önemine vurgu yapan Çay, bu değer-lendirmesiyle DP döneminde siyasi ve
48 Okan İşbecer, "Bilmemek Ayıp Değil Öğrenmemek Ayıp", http://www.turksolu.org/161/isbecer161.htm Erişim: 22.11.2015
49 Abdülhaluk M. Çay, Kürt Dosyası, 8. Baskı, İlgi Kültür Sanat, İstanbul, 2010, s. 488.
ideolojik olarak Kürtçülük faaliyetlerinin artmaya başladığını ve sonraki dönemler-de bu çalışmalarının önünün açıldığını iddia etmiştir.
Buna karşın DP iktidarının ilk yıl-larında Kürtlere yönelik göstermiş olduğu olumlu yaklaşımın aksine Kürtçülük pro-pagandası gerekçesiyle yasaklanan yayın-lar da önemli bir yer tutmaktadır. DP, Kürt kökenli milletvekillerin de desteğiy-le, Bakanlar Kurulu'nun 1950'den sonra 5680 Sayılı Basın Kanunu50 ile rejime ve Türklüğe zararlı gördüğü için çeşitli ya-yınların yanında bazı Kürtçü yayınları da yasaklamıştır. Tek parti döneminde, Kürt yayınlarına getirilen kanuni yasaklar, DP döneminde alınan sıkı cezai tedbirlerle, daha da geliştirilerek, uygulanmış, 1950-1960 arasında Kürtçülük hissiyatını artırı-cı yönde Kürtçülük propagandası sebep gösterilerek, çeşitli Kürtçülük faaliyetleri-ne karşı basın ve yayın yasağı getirme siyaseti izlenmiştir. Bu çerçevede DP ikti-darı 5680 Sayılı Basın Kanunu'nu kabul etmiş ve Bakanlar Kurulu kararlarıyla Kürtçülük faaliyetleri yaptığı gerekçesiyle çeşitli yayınlar yasaklamıştır.51 Mehmet Bayrak'a göre, Bayar ve Menderes Kürtler hakkında bilgilenmek için Bazil Nikitin'in Kürtler adlı eserini Matbuat Umum Mü-dürlüğü aracılığı ile sadece kendileri için çeviri yaptırmışlardır.52 Naci Kutlay da bu eserin yayınlanmak için değil, devletin zirvesi için özel bir çeviri olduğunu iddia etmiştir.53
Akşam gazetesinde yayınlanan ve
50 Resmi Gazete, Sayı: 7564, Kabul Tarihi: 15.7.1950; İlan Tarihi: 24.7.1950.
51 Yasaklama kararları için bkz. Başbakanlık Cumhuri-yet Arşivi (B.C.A), Bakanlar Kurulu Kararları Kataloğu (1950-1960). 030.18.01. Ek: 52-193; Ek: 52-233; 128.29.13; 129.44.4; 129.63.20 Ek: 52-272; 130.75.13; 139.42.2; 147.60.11. Ek: 52-63; 153.58.5. Ek: 52-90.
52 Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, 2. Baskı, Özge Yayınları, Ankara, 2013, s. 26.
53 Naci Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, 2. Baskı, Peri Yayınları, İstanbul, 2011, 542.
186
Fuat UÇAR
bundan sonra yayınlanacak olan Kürtçü-lük mevzuundaki tüm yayınların yasak-lanması hakkında İstanbul 3. Asliye Ceza Mahkemesince, 15.04.1959 gün ve 1959/19 sayılı karar verilmiştir. Çamlıbel'e göre, DP'nin tek icraatı Kürtçülük mevzuunda-ki tüm yayınları yasaklamak olmuştur.54 DP döneminde Kürtçülük propagandası, yasaklanan yayınlardan da anlaşıldığı üzere, Kürtleri ayrı bir unsur olarak ta-nımlayan ve tarihi ve kültürü ile ayrı olan bu unsurların Kürdistan hayalini gerçek-leştirebilecek bir potansiyel olarak görül-mesi nedeniyle yasaklanmış ve uzun yıl-lar süren ve halen de devam eden bu an-layış dönemin ve kendinden sonra gelen hükümetlerin hassasiyetleri arasında yer almıştır.55 Ayrıca DP döneminde Kürtlere ve Kürt Sorunu'na yönelik sergilenen demokratik tutumun aksine, ironik bi-çimde yer adlarının değiştirilmesine yöne-lik olarak 1956'da, Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu, İçişleri Bakanlığı'nın deneti-minde kurulmuş, bu komisyon, Türk Dil Kurumu, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fa-kültesi, Milli Eğitim Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı temsilcilerinin bir araya gelmesiyle oluş-turulmuş ve komisyon yer adlarının "Türkçeleştirilmesi" görevini üstlenmiş-tir.56
1950-1954 yılları arasında DP'den Diyarbakır milletvekilliği yapan Siverek'li Avukat Mustafa Remzi Bucak, DP'nin özellikle de Bayar'ın Kürt Sorunu'na bakı-şını; "Bayar, Demokrat Partinin kahır bir ekseriyetle iktidarı kazanabileceğini kestire-bilmiş olsa idi, bizi listesine, denemeyi (ön seçimi) kazanmış olmama rağmen almayacağı
54 Yavuz Çamlıbel, 49'lar Davası, 2. Baskı, Siyam Kitap, İstanbul, 2015, s. 18, 20.
55 Mustafa Yılmaz - Yasemin Doğaner, “Demokrat Parti Döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Yasaklanan Yayınlar", http://www.ait.hacettepe.edu.tr/akademik/arsiv/demokrat.pdf, s. 19, Erişim: 23.11.2015, s. 21.
56 Joost Jongerden, Türkiye’de İskân Sorunu ve Kürtler, Çev.. Mustafa Topal, Vate Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 76-77.
aşikar idi." dediğini, ayrıca Çankaya Köş-kü'ndeki bir yemekte, Bayar'ın yanına gelerek; "Remzi Bey, senin kim olduğunu, ne maksat ve gaye güttüğünü biliyoruz. Hareketlerini yakından takip ediyoruz. Unutmaki, Kürt meselesi bizim için Ermeni meselesinden çok, pek çok daha önemlidir. Aynı akıbetin başınıza gelmesini istemiyorsan, bu kadar muamele ve müsamaha size çoktur bile..." dediğini akta-ran Tan'a göre, Bayar, bu tutumu ile CHP'nin laikçi ve ulusalcılıkla aynı para-digmayı savunmaya başladığı, Kürt Soru-nu'nda gerekli çözümü sağlayamadığı, CHP gibi İslam ve Kürt Sorunu'na bakışta benzerlik gösteren bu tür politikalar ile DP'li Kürt milletvekillerini yalnızlığa itip güçsüzleştirmiş ve tasfiye edilmelerine neden olmuştur.57 Önde gelen Kürt aydını Musa Anter de DP'nin Kürtlere yönelik bu politikalarını; "Sonradan anlaşıldıki geçi-ci ve sahte bir demokrasi havası esiyordu. Genellikle halk, soğuyan bir yaranın ağrısı gibi, çektiği eziyet ve zulümün acısını duyma-ya başlamıştı. Sonra gittikçe, DP, CHP'ye dönüştü"58 diyerek, DP'deki Kürtlere yöne-lik politika değişikliğinin hayal kırıklığı yarattığını ifade etmiştir.
DP'nin son döneminde, 1959 yı-lında, Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel tarafından Menderes'e, Doğu Silah-lanıyor diye ülkenin doğu bölgesini ya-kından ilgilendiren ilginç bir rapor sunul-duğu iddiası, 27 Mayıs 1960 Darbesi'ni yapan cunta tarafından DP'nin insanları silahlandırmak ve gizli örgüt kurmakla itham edilmesine neden olmuştur. Bu durumun 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden sonra Yassıada duruşmalarında DP'nin aleyhinde çok iyi bir şekilde kullanıldığını belirten Abdülmelik Fırat, özellikle CHP'nin bunu çok iyi kullanarak "Doğu-da eski devir horluyor" diye propaganda yaptığını ifade etmiştir.59 Yine DP yöne-timi ve Menderes'in, darbeyi yapanlar
57 Tan, a.g.e., s. 317-318.
58 Musa Anter, Hatıralarım, Avesta Yayınları, İstanbul, 1999, s. 137.
59 Akkaya, a.g.e., s. 236
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 187
tarafından, 31 Mayıs 1960'ta Cumhuriyet Gazetesi'nde MBK kaynak gösterilerek yayınlanan yazıda, "Milli Birlik Komite-si'nin neşredeceği vesikalar, bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışan-lar varmış. Sabık iktidar bunlara Şeyh Said'in oğluna Rus yapısı ciple Doğu'da propaganda yapmasına göz yummuştur."60 şeklinde Kürtlerin kontrolden çıkmasına neden olduğu iddia edilmiştir.
2. ABD, FRANSA VE İNGİLTE-RE’YE GÖRE DP DÖNEMİNDE KÜRT-LER
DP döneminde Türkiye'deki Kürt-lerin durumu ABD, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler tarafından yakın takibe alın-mıştır. DP iktidarının ilk yıllarında, Tür-kiye'nin İngiltere Büyükelçiliği'nden gön-derilen raporda büyükelçinin Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Akdur ile yaptığı görüşmede Akdur'un; "Kürt reisle-rinin, şu anda özgürlükleri genel bir Kürt hareketine adamaktan daha fazla, kendi kişisel bağımsızlıklarını ettirmekle alakadar oldukla-rını düşündüğünü söyledi" ifadeleri ile Türklerin Kürt Sorunu hakkındaki dü-şüncelerinin fazla iyimser olduğunu belir-ten bir rapor hazırlamıştır.61 ABD'nin Ankara Büyükelçiliği de soğuk savaş ve komünizm düşmanlığı konsepti çerçeve-sinde 1952 yılının Aralık ayında Türki-ye'deki Kürtler ile ilgili Washington'a geniş bir rapor göndermiştir. 822.41/12-852 sayılı gizli raporda, Kürt Sorunu, so-ğuk savaş konseptinin komünizm düş-manlığı çerçevesinde, güvenlik ve siyasi bir problem teşkil etmeyen ülkenin genel ekonomik sorunları dahilinde mütalaa edilmiş ve "Türk Hükümeti'nin Kürtlere ve Kürt Sorununa Yaklaşımı" bölümünde şu görüşlere yer verilmiştir:
60 Çiçek, a.g.e., s. 23.
61 FO 371/82000, Belge No: E1822, 8 Kasım 1950, İngiliz Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, Der.: Mesut Yeğen, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012, s. 302-303.
‚(<) birçok Türk yetkilisi, Kürtlerin hükümet için bir problem teşkil etmediğini kuvvetle belirttiler. Resmi tutum, Türkçe konuşan komşularından hiçbir farkları olma-dığı ve Türk köylüsü ile Kürtçe konuşan köy-lünün problemlerinin aynı olduğu şeklinde. Ayrıca Kürtçe konuşan halk arasında eskiden olduğu gibi ayrılmaya yönelik bir amaç bu-lunmadığı, onlarında her Türk gibi komünizm aleyhtarı oldukları ve her Türk gibi hükümet-lerine son derece bağlı ve sadık (...) Özetlemek gerekirse, Türk hükümetine göre, Kürtler Türkiye için askeri, güvenlik veya siyasi bir problem teşkil etmiyor ve ekonomik sorunları Türk vatandaşların aynısı (<)‛62
Ayrıca Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na girişiyle ilgili gizli bir anlaşma metnini ve Menderes dönemine ait "Kürtlerin Silahlanması ve Anarşi" ile ilgili Fransız gizli arşiv belgelerini yayın-layan Menter Şahinler'in, Fransa'nın An-kara Büyükelçiliği tarafından hazırlanan ayrıntılı raporlarına göre DP döneminde Kürtlerin içinde bulunduğu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
"Demokrasiye geçiş dönemini oluştu-ran, DP iktidarının ilk yıllarında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürtlerin silahlanmaya başladıklarını vurgulamalıyız. Nitekim 26 Mart 1953 tarihli Dünya Gazete-si, şeyh ve ağaların feodal egemenliğini içeren bir düzeni yeniden kurmak istediklerini ve köylülerin yoğun bir şekilde silahlandıklarını yazarken, ileriye yönelik çarpıcı bir varsayımı da ortaya koyuyordu. (...) Bugün sadece yerel acılara yol açan bu olaylar, kışkırtıcı merkezle-rin yıllardır bu duyarlı bölgelerde ekmeye çalıştıkları anarşi tohumları ile yarın ulusal savunmamız açısından çok büyük güçlükler doğurabilir. Hüseyin Cahit Yalçın, Ulus gaze-tesindeki makalesinde, İran’dan kaynaklanan silah kaçakçılığı ile herkesin silah satın aldığı bir bölgede baş gösteren güvensizlik karşısın-da, Demokratların hiçbir kaygı duymaksızın,
62 Yavuz, a.g.e., s. 31.
188
Fuat UÇAR
sert bir şekilde, bu haberleri yalanladıkları ve rakiplerini, birtakım kişilerin kafalarını karış-tırmak amacıyla yalan dolu propaganda yap-makla suçladıklarını vurgulamaktaydı."63 "Demokrat Parti içinde Başbakan Mende-res’in görkemli biçimde başlattığı, tehlikeli bir demagoji alışkanlığı yerleşmişti. Bu aşırı hoşgörü ve aldırmazlığın günümüze kadar süren bir anarşiyi ve terörü yarattığını be-lirtmeliyiz. Bu anarşi eğilimine karşı hü-kümetin herhangi bir baskı uyguladığı söyle-nemez."64
Yine Fransa'nın Ankara Büyükel-çisi, 13 Mart 1952 tarihli telgrafında, hal-kın sömürge veya yarı sömürge gibi bir rejim baskısı altında olmadığını, Kürtlere karşı hiçbir ayırımcı rejimin uygulanma-dığını bildirmiş ve 9 Haziran 1952 tarihli gizli rapora şunları da eklemiştir:
‚Doğu’daki bölgeler Kürtlerle doldu. Bu halk Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hak-kari, Muş, Siirt, Tunceli, Van olmak üzere dokuz kentte yeniden çoğunluğu sağladı. Atatürkçüler tarafından 25 yıldır bu bölgeler-de Türk dilini yaymak için gösterilen tüm çabalar boşa çıktı. (<) Demokrat hükümet Kürtlerden sağladığı önemli sayıda oy nede-niyle, bu bölgelerde çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya kaldı. Bundan iki yıl önce, silah kaçakçılığı ile uğraşan milletvekili Hasan Oral, kaçakçı olduğu ortaya çıkınca Demok-ratların safına geçti. Böylelikle Kürtler, kendi çıkarları doğrultusunda Demokrat Parti’de birleştiler. Kürtler, olabildiğince ödün kopar-mak amacıyla, Demokratları desteklemeye başlamışlardı. Sonuç olarak hükümet, işin içinden çıkılmayan çok önemli bir sorun ya-ratmıştı. Bu duruma koşut olarak Doğu’da yaşayan Türkler, iktidarın zayıflaması halinde güvenliklerini kendileri sağlamak amacıyla silahlanmışlardı."65
63 Büyükelçi J.Tarbe de Saınt - Hardouın'den Bakan R. Schuman'a gönderilen 26 Mayıs 1952 tarihli rapordan aktaran Menter Şahinler, Atatürkçülüğün Kökeni, Etkisi ve Güncelliği, 3. Baskı, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1988, s. 264.
64 A.g.e., s. 265.
65 A.g.e., s. 265.
DP iktidarının son yıllarına doğru 1958 tarihinde, İngiltere Büyükelçisi tara-fından hazırlanan Sovyetler Birliği, Birle-şik Arap Cumhuriyeti, Irak, İran ve Tür-kiye'deki Kürtlerin durumuna ilişkin ha-zırlanan raporda; "İster propaganda veya yıkıcı faaliyetler veya başka bir biçimde olsun, Kürtlerin bağlılığı için yapılacak her mücade-lede Türkiye ve İran, Irak'a kıyasla daha deza-vantajlı olacaklardır; çünkü Irak'taki Kürtler İran ve Türkiye'deki Kürtlerden daha iyi mu-amele görmektedirler."66 şeklinde Kürt So-runu'na yönelik bölgesel bir değerlendir-mede bulunulmuştur. Bu şekilde ABD, Fransa ve İngiltere gibi Türkiye’nin yoğun diplomatik ilişkide bulunduğu ülkelerin Türkiye'deki elçilik raporlarına yansıyan gelişmeler, iktidar tarafından zaman za-man Kürtçülük faaliyetleri şeklinde gö-rülmüş ve çeşitli tedbirlere başvurulmuş-tur.
3. DP DÖNEMİNDE KÜRT SO-RUNU İLE İLGİLİ DİĞER GELİŞME-LER
a. Umumi Müfettişliklerin Kal-dırılması
Umum Müfettişlik kurumunun önemi Cumhuriyet idaresinin Kürt Soru-nu'na yaklaşımını bizzat yürüten kurum olmasındandır. 1925 yılında Şeyh Said Ayaklanması'ndan sonrasında kurulan Umumi Müfettişlik Yasası'na göre Kürt isyanlarının merkezi olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi esas alınarak ülke beş ayrı bölgeye ayrılmıştır. Bu şekilde Umumi Müfettişlikler, İstiklal Mahkeme-lerinin çalışma sürelerinin dolması, 1927 yılında doğu illerinde süresi dolan sıkı-yönetim idaresinin yerini doldurmak amacıyla yeni bir çözüm ve idareye ihti-yaç duyulduğu için kurulmuştur.67 Bu kurum çalışmalarıyla memleketin "geri kalmış" bölgelerindeki "ıslah" çalışmaları-
66 FO 371/132747, Belge No: E1821, 13 Ekim 1958. Bkz. Yeğen, a.g.e., s. 311.
67 Yeşiltuna, a.g.e., s. 32-33.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 189
nı denetleyen, Kürt Sorunu ile yakından ilgilenen, memleket sathında örgütlü bir bürokratik ağın gözden ırak bırakılmış varlığına dikkat çekmiştir.68 Fakat Ekinci, Umum Müfettişlik kurumunun; "Kürt medreselerinin kapatılarak Kürtçe okuyup yazmanın önlenmesi ve Kürtçe konuşmanın yasaklanması ile başlatılan zorlayıcı asimilas-yon politikası, sıkıyönetim komutanları ve olağanüstü yetkilere sahip Umumi Müfettişlik idaresi tarafından uygulanıyordu."69 şeklinde Kürtlerin asimilasyonunun sağlanmasına yönelik olarak kurulduğunu iddia etmiş-tir. Kılıç ise, Kürt aydınlarının Kürtçülük hareketlerinin, paradoksal olarak Türklü-ğe entegre edilmek üzere devlet parasız yatılı okullarına yetiştirilen doğulu genç-ler tarafından başlatıldığını, bu doğrultu-da sonradan Kürtçülüğün ileri gelen ideo-loglarından biri olan Musa Anter’in Birin-ci Umum Müfettişlik tarafından özellikle yetiştirilmek üzere seçildiğini belirtmek-tedir. Bu şekilde seçilen birçok Kürt genci sonradan iyi bir Türk vatandaşı, hatta Türk milliyetçisi olmuşlardır. Yine Kılıç'a göre, parasız yatılı okullardan çıkıp son-radan bölücülük yolunu seçenler arasında Faik Bucak, Tarık Ziya Ekinci ve Yusuf Azizoğlu gibi isimler yer almıştır.70 1934'te Trakya’da İkinci Umumi Müfettişlik, 1935'te, Erzurum, Kars, Gümüşhane, Ço-ruh, Trabzon, Erzurum ve Ağrı'yı kapsa-yan Üçüncü Umum Müfettişlik, 1936'da esas olarak Tunceli (Dersim) ve çevresini kapsayan ve başına bu kez bir generalin, Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın, geçtiği Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur.
1945'te kurulan Adana, İçel, Ha-tay, Gaziantep ve Maraş'ı kapsayan Be-şinci Müfettişliği'nin ömrü kısa olmuştur. 1947'de fiilen kaldırılan Umumi Müfettişlik kurumu 1952'de DP iktidarında "Hindis-
68 Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler (1927-1952), 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s. 45.
69 Ekinci, a.g.e., s. 11.
70 Kılıç, a.g.e., s.166.
tan Eyalet Valisi"ni andırdığı iddia edile-rek, kuruluş kanunları lağvedilmiştir. CHP saflarından da bu kurumu savunan bir ses çıkmamıştır. Bölgenin önde gelen aşiret ve şeyhlerine seçimlerde kucak açan DP, 21 Kasım 1952'de Umumi Müfettişlikle-ri kaldıran yasayı kabul etmiştir.71 Kürt-çülüğün önde gelen isimlerinden DP Di-yarbakır milletvekili Mustafa Remzi Bu-cak, Umum Müfettişlikler ile ilgili görüş-mede; ‚Bu memleketin siyasi idare tarihinde kapkara bir leke olarak yer almış olan Umum Müfettişlikler (<) idare ve siyasi tarihimizde iğrenç ve korkunç kanlı sahifeler ilave etmek-ten başka bir vazife görememişlerdir...‛72 söz-leriyle, Umum Müfettişliklerin kaldırılma-sından duyduğu memnuniyeti dile getir-miştir. Böylece 1927 tarihinde Cumhur-başkanı Mustafa Kemal'in imzası ile kuru-lan Umumi Müfettişlikler 1952 yılında DP tarafından aynen Köy Enstitüleri ve Halkev-leri gibi kaldırılmıştır. Bu şekilde, Umum Müfettişliklerin DP tarafından kaldırılması Kürtlere ve Kürtçülük faaliyetlerine veri-len bir ödün olarak değerlendirilmiştir.73 Ekinci ise, 1952'de Umum Müfettişliklerin kaldırılmasına karşın, Kürt varlığının inkarının ve zorlayıcı asimilasyonun de-vam ettiğini iddia etmiştir.74 Böylece Cumhuriyet Döneminde Kürtçülük faali-yetlerine ve isyanlara karşı kurulan Umum Müfettişliklerin DP döneminde kaldırılması Kürtçülük çalışmalarının önünü açmıştır.
71 "Umumî Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun", Resmi Gazete, Sayı: 634, Yayın ve İlan Tarihi: 16.7.1927. Ayrıca bkz. "Umumi Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun ile Ek ve Tadillerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun", Resmi Gazete, Sayı: 8270, Kabul Tarihi: 21.XI.1952, İlan Tarihi: 29.XI.1952.
72 Mustafa Remzi Buçak'ın gerekçesi hakkında geniş bilgi için bkz: Şimşir, a.g.e., s. 505-506.
73 Şimşir, a.g.e., s. 510.
74 Ekinci, a.g.e., s. 11.
190
Fuat UÇAR
b. Dicle Talebe Yurdu'nun Faali-yetleri
DP döneminin Kürt Sorunu ile il-gili diğer önemli gelişmesi de Kürt köken-li üniversite gençliğinin öncülük ettiği, çeşitli kültürel hareketlerin yapıldığı ade-ta o dönemde bunun ilk sembolü olan Dicle Talebe Yurdu'nun faaliyetleri olmuş-tur. 1940’lı yıllarda Türkiye’de yükseköğ-renim olanağı çok sınırlı olduğu için tek kurum İstanbul Üniversitesi bulunuyor-du. Bu üniversitede öğrenim gören Kürt öğrenciler Birinci Umum Müfettişliği'nin koruması altında Dicle Talebe Yurdu'nda kalmışlardır. Türkiye’nin modernleşme-siyle uyumlu olarak Kürt eşrafının da giderek burjuvalaşması sürecinde, bu ailelerin çocukları eğitim için İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere gelmeye başlamışlardı.
Bu şekilde, Kürt entelektüel hare-ketin yavaş yavaş oluşmaya başladığı bu dönemden itibaren Kürt Milliyetçiliği'nin önde gelen isimleri II. Dünya Savaşı son-rası kurulacak yeni düzende yer edine-bilmek maksadıyla, uluslararası örgüt ve konferanslara çok sayıda mektup gönde-rerek Kürtlere bağımsızlık verilmesini talep etmişler veya en azından ulusal haklarının korunması için çaba gösterdik-lerini belirterek bu kapsamda 1943-1958 tarihleri arasında toplam 24 mektup gön-dermişlerdir.75 Örneğin, Le Monde Diplo-matique'e göre; Emir Kamuran Ali Bedir-han, batıda Kürt ulusal direniş hareketi-nin bir lideri olarak halkının problemleri-ne politik bir çözüm bulmak amacıyla 1958 yılının Aralık ayında Paris'te ABD'nin Dışişleri Bakanı M. Foster Dul-les'a iyi niyetini içeren bir mektup sun-muştur. Emir Han'ın, Amerikan Sekreter-liği'ne gönderdiği bu mektubunda dile getirdiği ifadeler şu şekildedir:
‚Tarihin bu döneminde onların ba-
75 Erol Kurubaş, 1960’lardan 2000’lere Kürt Sorunun Uluslararası Boyutu, Cilt: 2, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2004, s. 195.
ğımsızlığa ulaşması ya da özerkliği hala red-dedilen halklar olduğu söyleniyor. Onların kültürel, ekonomik, sosyal ve politik alanlar-daki bütün ilerleme olanakları reddediliyor. Böyle bir durum bütün maceralara açık bir kapı bırakmayabilir. O halde ben size yalvarı-yorum, Ekselansları, en azından Kürt halkının birliği olan kültürel özgürlüğün Kürt halkına verilmesini ve hükümetinizin bu adaletsizlik-leri durdurmak için lütfen gücünüzü kullanı-nız.‛76
1950'den sonra İstanbul Üniversi-tesi'nin yanında, Ankara, İzmir ve Anado-lu'nun çeşitli illerinde açılan üniversitele-rin yanında doğu ve güneydoğu bölgele-rinde de üniversiteler açılınca yükseköğ-renime devam eden Kürt öğrenci sayısın-da da artış oldu. Her üniversitede Dicle Talebe Yurdu'na benzer çeşitli yurtlar açılmıştı. Bu şekilde yurtlarda kalan ve çeşitli fakültelerde bir arada bulunan öğ-renciler, yetiştikleri toplumun içinde bu-lunduğu durumu en iyi bilen kişiler ko-numunda olmuşlardı. Aralarında henüz ideolojik olarak ortak bir yönleri olmayan bu öğrencilerin bir araya getiren tek unsur Kürt olmaları ve doğudan gelmeleri etkili olmuştu. Böylece ne yapacaklarını ve nasıl bir siyasal davranış sergileyecekleri-ni hatta ne istediklerini bil(e)meyen bu gençlerin tek ortak eylemleri, farklılıkları-nı sergilemek ve kimi haksızlıklara karşı ortak tepki göstermek şeklinde sınırlı olmuştu.77
Dicle Talebe Yurdu, İstanbul'da Kürt yükseköğrenim öğrencileri tarafın-dan sürekli ziyaret edilen Avukat Ziya Şerefhanoğlu'nun bürosunda yapılan çalışmalar sonucunda Musa Anter tara-fından kurulmuş ve burada Kürt Sorunu ile ilgili çeşitli çalışmalar da başlamıştır.78 Bu nedenle Dicle Talebe Yurdu, "Kürtlük Bilinci"nin yeniden tanımlanmasında
76 Eric Rouleau, "Le Probleme Kurde Source de Conflit", Le Monde Diplomatique, Février 1959, page, 3.
77 Gezici, a.g.e., s. 167.
78 Özer, a.g.e., s. 565.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 191
önemli rol oynamıştır. On beş günde bir çıkan ve uzun süre yayın hayatını devam ettiremeyen Dicle Kaynağı isimli dergide 1955 yılından itibaren bir Kürt ulusal kim-liği etrafında Kürtçü bir kadro oluşmuş ve gizli Kürt cemiyetleri kurma yoluna da gidilmiştir. Dicle Kaynağı'nda, Doğu Soru-nu terimi kullanılmış, jandarma ve vergi toplayan tahsildarlardan şikayet edilmiş, baskılar ve yasa dışı uygulamalara karşı çıkılmasına rağmen eski dönemleri hatır-latan isyankar bir tavır göste-ril(e)memiştir. Buna karşılık Suriye, Lüb-nan ve Irak Kürtleri arasında solcu ve Kürt milliyetçisi şairlerin şiirleri Türkiye Kürtleri'nden aydın ve din hocaları ara-sında ciddi bir ilgi görmüş ve bu şekilde Kürt tarihi, uygarlığı ve edebiyatı dünya-ya, komşu halklara ve Kürtlerin daha çok kentli kitlelerine ulaştırılmıştır. Böylece "etnik kimlik bilinci" artık bir avuç Kürt Milliyetçisi'nin özel alanı olmaktan çık-mıştır.79 DP'de bu tür etkiler sonucu, çevi-riler yoluyla artmaya başlayan Kürtlere yönelik siyasi ve kültürel nitelikteki bu yayınların bir kısmını "Kürtçülük" faali-yetleri olarak yasaklamıştır.
Bunun sonucunda 1955 yılında, Levazım Yüzbaşı Şevket Turan ve Ali Karahan'ın böyle bir cemiyetin programı-nı hazırlayıp Kürtçülük ile ilgili kitapların tercümesi ve gizlice dağıtılması işine giri-şecekleri sırada liderlik konusunda anla-şamamaları üzerine kurulması düşünülen cemiyet dağılmıştır.80 Dicle Talebe Yurdu, çalışmaları ile Kürt toplumunun genelin-den ziyade bazı Kürt aydınların, çoğu bireysel nitelikli çalışmaları ile dönemin Kürt hareketi içerisindeki yerini bu şekil-de almış oldu. Dicle Talebe Yurdu'nun faa-liyetlerini ve Kürt aydınlarının rejime yönelik tepkilerinin bireyci ve duygusal olarak sınırlı planda olduğunu belirten
79 Hür, a.g.e., s. 181.
80 İlhan Akbulut, Devlet Terörizm ve Ülke Bölücülüğü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990, s.100
Ekinci, Dicle Talebe Yurdu'nun ve az sayı-daki Kürt aydının çabalarının güçsüzlü-ğün nedenini hareketin toplumdaki yan-sımasının istenilen ölçüde ol(a)mamasına bağlamıştır.81
c. Kımıl Olayı
DP iktidarının son yıllarında Kürt Sorunu ile ilgili diğer önemli bir gelişme-de Kımıl Olayı'nın yaşanması olmuştur. 1959'da Diyarbakır'da Abdurrahman Etem Dolak, Musa Anter ve arkadaşları tarafından görünüşe göre doğu bölgesinin sorunlarını ele alan İleri Yurt adlı bir gaze-te çıkarmaları ile gündeme gelmiştir. Bu-nu Türkçe ve Kürtçe dergiler izlemiş, bunların başlangıçtaki söylemleri, ihmal edilen reformları yapmak şeklinde Kürt ve Kürtçülük tabirlerini kullanmaktan özenle kaçınmışlar ve bunun yerine doğu-culuk tabirini kullanmışlardır.82 Bu dergi yaklaşık on yıl sürecek olan Kürtçe yayın-ların başlangıcını oluşturmuş ve Dersim İsyanı'ndan itibaren Türkiye’de Kürtlerin kendilerini ifade ettiği ilk yayın olmuştur. Bu gelişme aynı zamanda daha sonraki yıllarda etkili olmaya başlayan doğuculuk akımının da başlangıcı olmuştur.
Bu gelişmeler sonucunda küçük fakat etkin bir grup olan Kürt entellektü-ellerin meydana getirdiği doğuculuk akı-mının ortaya çıkmasında Musa Anter ve arkadaşlarının çıkardığı, doğunun geri kalmışlığını anlatan İleri Yurt gazetesi bu açıdan önemli bir gelişme olmuştur.83 Daha önceki yıllarda, 1954'te Şark Postası Diyarbakır'da, 1955'te Henek dergisi An-kara'da, Miya Farkin gazetesi Silvan'da, 1957'de Dersim dergisi Ankara'da ve Ceri-de-i Dersim gazetesi de İstanbul'da yayın
81 Tarık Ziya Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2010, s. 7.
82 Kılıç, a.g.e., s.166.
83 İleri Yurt gazetesi Kırk Dokuzlar'ın tutuklanması sonucu kapatılmıştır. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 7, İletişim Yayınları, İstanbul, 1988, s. 2111.
192
Fuat UÇAR
hayatına başlamıştır. 84 Bu yayınların dı-şında 1958'de Diyarbakır'da kurulan İleri Yurt gazetesinde Anter'in Kürtçe Kımıl şiirinin yayımlamasının ardından Kürtler gündemin önemli bir konusu haline gel-miştir. Daha sonraki yıllarda Kürtlerin özellikle basın-yayın alanında çalışmaları yoğunlaşmış ve bu süreçte birçok dergi çıkarılmıştır. 85 Böylece bir zamanlar yok denecek kadar az olan Kürt milliyetçileri-nin sayısı bu şekilde artmaya başlamış ve Kürt hareketinde de niteliksel ve nicelik-sel yönden bir artış meydana gelmiştir. 1958'de İleri Yurt gazetesinde Anter'in Amma Ne İleri Yurt adlı hiciv sütununda Kımıl adlı Kürtçe şiire en büyük itiraz şiirin Kürtçe yazılmış olmasından kaynak-lanmıştır.86
Anter, "Yarasalar" başlıklı yazı-sında Kımıl adlı şiiri yayımladıktan sonra 1959'un Temmuz ayında "Devletin hukuki ve siyasi nizamlarını yok edici mahiyette neşriyatta bulunduğu iddiasıyla savcılığa celbedilir."87 Kımıl şiirinin yayımlanma-sından sonra ulusal basında ortaya çıkan, "Kürtlerin yeniden kımıldanmaya başla-dıkları", "Doğu illerimizden birinin mer-kezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz
84 1900’den 2000'e Kronolojik Kürtler, s. 33-34.
85 Kurubaş, a.g.e., s. 11.
86 Kımıl, can yoldaşı "süne" ile birlikte, tüm Cumhu-riyet tarihi boyunca bir türlü baş edilemeyen bir hububat zararlısıydı. Kürtçe şiirin teması da şuydu: Siverek'li bir kız, kımıl zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söylüyordu. Kızcağız da yüzyıllardır gelenek olduğu üzere, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyordu: ‚Dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı/Arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare/Kımıl geldi amca, kafile halen de zaval-lı/Buğdayı yedi,geride samanı bıraktı zavallı<.‛ Yazar (Musa Anter) yazının sonunda şiirin kahramanı kıza şöyle diyordu: ‚Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık‛ diyerek Kürtler ile devletin uygulamaları hakkında benzeşim yolu ile bir bağlantı kurmuş oluyordu. Bkz. Çamlıbel, a.g.e., s. 37-38.
87 Milliyet, 2.7.1959; 1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler, s. 33.
sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor"88 ve "<Bir soru da benden: Bu gazeteye kim kağıt veriyor"89 şeklindeki tepkiler üzerine olay yerelden ulusal düzeye taşınmıştır. Fakat Ödemiş'te yayınlanan Cephe isimli gazete Diyarbakır'a ve Anter'e; ‚İstanbul gazeteleri kıyamet koparıyor. Diyarbakır’da çıkan İleri Yurt gazetesi Kürtçe bir şiir neş-retmiş. Bakın Küstaha. Genelevlere kadar ‘Welcome’ diye Amerikanca yazılan memleke-timizde, Kürtçe şiir Garbilik şerefimize doku-nuyor<‛90 ifadeleriyle destek vermiştir. Bu olay 1938’de meydana gelen Dersim Olayları’ndan 'eri sesi çıkmayan Kürt mil-liyetçilerinin, üzerlerindeki ölü toprağını atmaya karar verdiklerinin işareti olarak kabul edilmiştir. İlk tedbir olarak Kürtçü-lük ile ilgili tüm yayınların yasaklanması yönünde bir mahkeme kararı çıkartılmış-tır.
d. Kırk Dokuzlar Olayı
DP iktidarının son yıllarında or-taya çıkan çeşitli antidemokratik uygula-malar muhalefet cephesini iyice büyüt-müştür. Böylesi bir ortamda Kürt Hareke-ti'nde de ülkenin içinde bulunduğu iç dinamiklerinin yanında dış konjontürün de etkisiyle bir kıpırdanma başlamıştır. Önceden Kımıl Olayı gibi gelişmeleri ya-kından izleyerek, sol aydınların yanında çeşitli Kürt aydınlarını da izlemeye alan DP'nin bu olaylar karşısındaki tutumu; ‚Ekonomik ve siyasal çözümsüzlüğü perdele-mek ve toplumun dikkatini başka yere çekmek için bu elle tutulur bir neden‛ olarak değer-lendirilmiştir.91 Bu süreçte Kürt Sorunu ile ilgili en önemli gelişme Kırk Dokuzlar Ola-yı olarak bilinen olay olmuştur. Bu olay, DP döneminin son yıllarında meydana gelen aynı zamanda ülkenin içinde bu-
88 Cumhuriyet, 6.9.1959.
89 Ulus, 19.9.1959.
90 Cephe, 22.9.1959. Ödemiş Belediyesi Meclisi, Kırk Dokuzlar'dan biri olan Eski bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi'ye hizmetlerinden dolayı "Fahri Hemşerilik Beraatı" ve Ödemiş şehrinin altın anahtarını vermiştir. Bkz. Çamlıbel, a.g.e., s. 20.
91 Özer, a.g.e., s. 564.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 193
lunduğu ekonomik temelli iç sorunlar ile 1958'de Irak'ta yaşanan darbe gibi dış dinamiklerden önemli ölçüde etkilenmiş-tir.
Dış konjonktür bakımından 1958'den sonra Irak'taki Kürt hareketinin yeniden canlanmaya başlaması, Türki-ye’deki Kürt Hareketi'nin gelişmesinde ve örgütlü eylemlere başlamasında önemli rol oynamıştır.92 14 Temmuz 1958'de Irak Kralı Faysal'ın, General Abdülkerim Ka-sım tarafından kanlı bir darbeyle tahttan indirilmesinden sonra İran’da kurulan Mahabad Cumhuriyeti'nin önderlerinden olup, 1947’de Cumhuriyet yıkıldıktan sonra önce Irak'ta sonra Sovyetler Birli-ği'nde gözetim altında tutulan Molla Mus-tafa Barzani'nin Irak’a dönüşü, Irak'lı Kürtleri büyük ölçüde cesaretlendirmiştir. 8 Mart 1959'da General Şevvaf adlı bir Arap generalin Abdülkerim Kasım'a karşı Musul'da başlattığı ayaklanma Barzani tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Barzani, ayaklanmacıları kurşuna dizdir-dikten sonra kendisine yardım eden Arap aşiretlerini de dağıtmıştır. Olaylar sıra-sında Türkmenlerin ölmesi ve Barzani'nin de giderek güçlenmeye başlaması Türki-ye’de etkisini hissettirdi. Böylece Türki-ye'nin esas endişesi, Irak'a dönen ve Kürt Hareketi'ni yeniden başlatan Molla Mus-tafa Barzani'nin eylemlerinin Türkiye'yi de etkilemesi ve Türkiye'deki Kürtlerin de benzer bir şekilde harekete geçebileceği şeklinde olmuştur.
Barzani'nin Kuzey Irak’a dönmesi ve büyük gösterilerle karşılanması, örgüt-sel çalışmaları daha çok Barzani parale-linde ve sınırlı düzeyde olan Türkiye Kürtleri arasında özellikle Kürt aydınları arasında etkili oldu ve küçük boyutlu da olsa çeşitli Kürt hareketlerini başlattı.93
92 Erol Kurubaş, Sevr ve Lozan Sürecinden 1950’lere Kürt Sorunun Uluslararası Boyutu, Cilt: 1, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2004, s. 202.
93 Özer, a.g.e., s. 565; Akyol, a.g.e., s. 132.
Ayrıca, Irak'ta Barzani’nin ayaklanmasını izlemek amacıyla Menderes'in izni ile Kazım Öztürk adlı vatandaşın Irak'a gön-derildiğinin devletin istihbarat raporla-rında yer aldığı da iddia edilmiştir.94 Irak Devrimi'nin beklenmedik açılardan Kürt milliyetçiliğini geliştirdiğini söylemek gerekir. Irak'ta 1958'de değiştirilen rejim sonucunda oluşturulan yeni Irak Anaya-sası’na "Irak'ın Arap ve Kürt halkından ibaret olduğuna" dair bir hükmün konul-muş olması Türkiye'deki Kürt Milliyetçi-lerini de cesaretlendirmiş oldu. İstanbul ve Ankara'daki çeşitli Kürt milliyetçisi gruplar harekete geçerek doğulu gençlerle toplantılar yaparak, hükümetten Türkiye radyolarında Kürtçe yayın yapılması, Kürtçe gazete çıkarılması gibi taleplerde bulundular.95 Böylece Türkiye'de Kürtçü-lük akımlarının ivme kazanmasında Eri-van Radyosu'nun Kürtçe yayınları kadar Irak'taki 1958 Darbesi ve Barzani'nin ka-rizmatik kişiliği de etkili olmuştur.96 Irak'taki bu darbe sonucunda Barzani'nin Kuzey Irak'a dönmesi sonucunda Türki-ye'de de bir takım üniversiteli Kürt genç-leri içerisinde zamanla Kürt haklarına karşı duyarlı olan bir aydın katmanı oluşmaya başlamış ve bunlar arasında yavaş yavaş duygusal bir milliyetçilik akımı gelişme göstermiştir.
Irak'taki 1958 Darbesi ve sonu-cunda devam eden olaylar Kerkük'teki Türkmenler için Komünistler ile Kürtlerin güç birliği büyük bir tehlike oluşturmuş-tur. 1959 yılının Haziran ve Ekim ayların-da Komünistlerin Kerkük'te olaylar başla-tarak birçok Türk'ü öldürmelerine ve işyerlerinin tahrip edilmesine neden olan 14-16 Temmuz 1959 tarihli Kerkük Katlia-mı'na Kürtler de karışmışlardır.97 Irakta yaşanan bu olaylar dünyada olduğu gibi
94 Çiçek, a.g.e., s. 18.
95 Akbulut, a.g.e., s. 100
96 Kılıç, a.g.e., s. 166.
97 A.g.e., s. 149.
194
Fuat UÇAR
Türkiye'de de basın yayın organlarında yer almıştır. Türkiye’nin tepkisi Dışişleri Bakanlığı nezdinde çeşitli girişimlerle protesto edilmiş ve Bakanlar Kurulu tara-fından da "14-16 Temmuz 1959 tarihleri arasında Kerkük'te vukubulan hadiselerle alakalı resim, film ve sair dökümanların Tür-kiye'ye sokulmasının ve dağıtılmasının men edilmesi; Dahiliye Vekaletinin 7/9/1959 tarihli ve A.1/91173-3/85402 sayılı yazısı üzerine, 5680 sayılı kanunun 31 inci maddesine göre, İcra Vekilleri Heyetince 2/10/1959 tarihinde kararlaştırılmıştır."98 şeklinde ilgili yayınla-ra yasaklama getirilmiştir.
1959'da Kürtlerin, Kerkük'teki Türkmenlere yönelik katliam boyutunda yapmış olduğu öldürmelerinin yankıları Türkiye’de de Kürtlere karşı tepki uyan-dırmış ve İleri Yurt Dergisi'nin kapatılma-sına sebep olmuştur.99 O günlerde "Alman Generali Rommel" lakablı CHP Niğde Milletvekili emekli asker Asım Eren, mec-lis kürsüsünden Irakta'ki Türkmenlere karşı Türkiye'deki Kürtler ile ilgili olarak dönemin başbakanı Adnan Menderes'e; ‚Irak Kürtlerinin, Irak’ta Türkmen soydaşla-rımıza yaptığı baskı, zulüm veya öldürme olaylarından dolayı, Türkiye'deki Kürtlere karşı aynıyla mukabele yapacak mısınız‛100 diye sormuştur.
Bu gelişmeler sonucunda basında çıkan "102 üniversiteli Kürt, Kürtlük iddi-asında bulundu"101 haberine göre, CHP Niğde Milletvekili Eren'in tutumunu pro-testo etmek için bir kısım Kürt öğrenciler Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM Baş-kanı, Diyarbakır Baro Başkanı ile ABD, Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi büyük devletlerin büyükelçiliklerine olay-ları kınayan birer telgraf çekmişlerdir. CHP Meclis Grubu'na çekilen ikinci telg-rafta ise, Eren'in Kürt vatandaşlarını teh-dit eden ifadesi karşısında CHP'nin tepki-
98 Resmi Gazete, Sayı: 10337 ( 21 Ekim 1959), Karar Sayısı: 12199.
99 Kılıç, a.g.e., s.166.
100 Hür, a.g.e., s. 183; Özer, a.g.e., s. 565.
101 Akşam, 15.4.1959.
siz kalması hayretle karşılandığı belirtil-miştir. Telgrafın altında "Türkiye Kürtleri" imzasının olması durumu daha da şüphe-li hale getirdiğinden, hem bu gelişmeyle ilgili hem de Kürt Sorunu tartışmalarına yayın yasağı getirilmiştir.102 Bu olaylar üzerine 1940'lı yıllarda CHP'nin bölge müfettişi Avni Doğan, "Tehlike Çanı" başlıklı yazı dizisinde "Kürtçülük tehlike-sinin arttığını" yazmış ve Barzani'nin Ku-zey Irak'taki çalışmalarına dikkat çekmiş-tir.103 Bu şekilde Barzani'nin Kürt Birleşik Demokrat Partisi açıkça aktivitelerine de-vam ederken, Türkiye Kürtleri de kendi-leri için ulusal bir kahraman olarak gör-dükleri Barzani'ye gizlice yardım ettiği bu dönemde gündeme gelmiştir.104
Hükümetin, bu olaylardan sonra Millî Emniyet Hizmetleri (MAH)'ne emir vererek bir "Kürt Raporu" hazırlamasını istediği, MAH'da İçişleri Bakanı Namık Gedik'e hitaben 31 Temmuz 1959 tarihin-de bir operasyon raporu hazırladığı, bu raporda hükümete, Kürt öğrenci gençliği-nin duygusal tepkilerini siyasal amaçlarla kullanmak için Kürtçü komünist bir tehli-ke olarak göstermeyi ve bu amaçla 1.000 ile 2.500 kişilik bir Kürt grubunun "tenkil" edilmesini önerdiği iddia edilmiştir.105
102 Çamlıbel, a.g.e., s. 16-18; 1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler, s. 32-33; Ayşe Hür, “Kımıl Olayından 49’lar Davası’na", http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/kimil-olayindan-49lar-davasina/1205/ Erişim: 06.12.2015.
103 Vatan, 19-23.11.1958.
104 Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi, Çev.: Fikret Başkaya, Avesta Yayınları, İstanbul, 2001, s. 394; Rouleau, a.g.m., s. 3.
105 Gezici, a.g.e., s. 167; Çamlıbel, a.g.e., s. 23. Bu raporlardan bazı bölümler 1961'de kurulan sol muhalif haftalık Yön Dergisi'nde, yayınlanmıştır. Yön Dergisi'nin haberine göre: "Şube: B II, Gizli/ Ankara, T.C. 31 Temmuz 1959 MAH.217, Rs. Şube: II Sayın Dr. Namık Gedik Dahiliye Vekili Yüksek huzurunuza bir rapor takdim ediyorum: Bizce malum ve endişe vermeye başlayan duruma müdahale için kanuni bir fırsat zuhur etmiştir. Meselenin siyasi bir aksülamel yapması hatıra gelebilir. Fakat ortada hukuki bir dayanak olduğu gibi bir daha fırsat zuhuru da müşkül olabilir. Kanaatimce evvela işi kat'iyen gizli tutup sonra bir komünist mevzu olarak ele almak mümkündür. saygılarımla arzederim. M. Em.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 195
Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın "Kürtler-den bin tanesini Taksim Meyda-nı’nda sallandıralım ki diğerlerine ibret-i alem olsun‛ sözüne karşılık, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise ‚Türkiye’nin dışarı-daki itibarı Ermeni meselesi ve Rumlara karşı yapılan 6-7 Eylül saldırıları dolayısıyla zaten kötü, buna bir de Kürtleri eklemeyelim‛ şek-linde tepki göstermiştir. Başbakan Men-deres ise 50 kişilik bir idam listesi ile ye-tinmeye karar vererek bu şekilde "yumu-şak" bir planın yürürlüğe konulmasını sağlamış oldu. Daha sonra Çankaya'da Bayar'ın başkanlığında toplanan devletin zirvesinin aldığı karar doğrultusunda, MAH raporlarında sakıncalı görülen ve değişik illerde ikamet eden 50 Kürt, 17 Aralık 1959'da gözaltına alınmıştır. Cum-hurbaşkanı Bayar, gözaltına alınan Kürt-lerin asılmalarından yana tavır sergilediği iddia edilmiştir.106 Başbakan Menderes de
Hz. Rs. Y. Ziya Selışık (imza)". "Milli Emniyet Teşkilatı Islah Edilmelidir", Yön, Sayı: 78 (25 Eylül 1964), s. 4. Ziya Selışık, 1959 yılında komünistlerin Kürtçülük faaliyetlerinde aktif rol oynadıklarını belirterek, bu raporların neşredilmemiş olmaması, bize ait olmayan usul meselesi derken mektupta geçen cümlelerin Yön ile bilinmeyen şifahi temaslara geçmiş bazı fikirlerin karşılığı mahiyetinde olduğunu ve bunların bir mugalata sermayesi olarak kullanıldığını belirterek şu şekilde ifade etmiştir: "O tarihlerde ve ondan sonraki devirlerde komünistler, Kürtçülük faaliyetlerinde aktif birer rol oynamışlardır ve Bu deliller, cereyan etmekte olan mahkemelerde ortaya konulmuştur. Türkiye Komünist Partisinin, şark bölgesi hakkında planları öteden beri bugün de malumdur. Hiç kimseye hakikat olmayan bir isnad yapılmamıştır. Devlet Emniyet Teşkilatı, daima Türk Devletinin olan tezinin yanında yer alır. Bizim söyleyeceğimiz ondan ibarettir. Ziya Selışık, Milli Emniyet Hizmet Reisi". "Komünist Olmayan Hiç Kimseye 'Sen Komünistsin' denmemiştir", Yön, Sayı: 81 (16 Ekim 1964), s. 4.
106 Çamlıbel, a.g.e., s. 99, 164. Ayşe Hür, Celal Bayar ile ilgili bazı iddiaların doğru olmadığını Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Bayar Gürsoy'dan bu konuda bir mektup aldığını ve Gürsoy’un görüşlerini; “Celal Bayar’ın Gürsel hakkındaki kanaati olumlu değildi. Kendisinden bir rapor hazırlamasını istemiş, hazırladığı raporu beğenmemişti. Bayar’ın beğenmediği rapor, son günlerde Abdülmelik Fırat’ın bahsettiği, Cemal Gürsel’in ‚Bin Kürdü sallandırmalı‛ dediği rapor olmalı. Bu
Uluslararası Para Fonu (IMF)'nden bekle-diği krediyi alamayınca, el altından basın yoluyla Sovyetler Birliği'ne gidebileceği blöfünü yayımlatmıştır. Yine Menderes, ABD'nin dikkatini çekmek ve komüniz-min Kürt gençleri arasında yayılmasını önlemek için bunun bir komünist hareket olarak kullanılabileceğini belirtmiştir. Kutlay'a göre, ekonomik olarak rahatla-mak için tertip edilen bu olayın arkasında iddia edildiği gibi bir örgüt yoktur. Bu şekilde Türkiye'de resmi çevrelerin de asıl endişesi, 1958 Irak İhtilali'nden sonra Irak'a dönen ve tekrar Kürt hareketini başlatan Barzani'nin eylemlerinin, Türki-ye'yi etkilemesi, Türkiye'deki Kürtlerin de benzer taleplerle harekete geçmesidir. İşte bu nedenle Irak Kürtlerine tanınan hakla-rın Türkiye'deki Kürtleri de etkileyeceği varsayımı tutuklanmalar için bir gerekçe oluşturmuştur.107
Aralarında bazı yedek subayların da yer aldığı Kırk Dokuzlar Hareketi'nin, II. Dünya Savaşı sonrasında ilk belirgin Kürt Hareketi olduğunu belirten Kılıç'a göre, 1950’den sonra ülkedeki Kürt aydınlar arasında Kürtçülük bu şekilde hareket-lenmiş, dışarıdaki Hoybun'cular ile temas-lara başlanılmış ve çeşitli yer altı çalışma-ları ile gizli basılan Kürtçü yayınlar böl-gede dağıtılmıştır. Yine Kılıç'a göre, o dönemin genel havasını Erivan radyo-sundan yapılan Kürtçe yayınlarda yaka-
ifadeler Bayar’a ait olmuş olsaydı, 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan Yassıada mahkemelerinde bu sözler dava konusu olurdu. Bu fikir babam Celal Bayar’a değil, o sırada genelkurmay başkanı olan Cemal Gürsel’e aittir.‛ şeklinde ifade ettiğini belirtmiştir. Ayşe Hür, “Kürtleri imha etmek’ fikri kime aitti?”, http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/kurtleri-imha-etmek-fikri-kime-aitti/1446/ Erişim: 06.12.2015.
107 Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, s. 551-552; Hür, a.g.e., s. 185-186; Çamlıbel, a.g.e., s. 23; Tutuklananlar içerisinde, 1 Binbaşı, 1 Yedek Subay olmak üzere 6 subay, 2 doktor, 3 tüccar, 4 avukat, 2 gazeteci, 1 mühendis, 1 muhasebeci, 1 işçi, 1 memur, 1 fabrikatör ve 27 öğrenci bulunmaktadır. Bkz. Tan, a.g.e., s. 328-333; Tori, a.g.e., s. 233.
196
Fuat UÇAR
lamak mümkündür ve bazılarının başkal-dırısı Türkiye'deki Kürtçüleri tahrik ve teşvik etmiştir.108 Kendisi de Kırk Dokuzlar Hareketi üyesi olan Ekinci'ye göre bu olay Dicle Öğrenci Yurdu'nun faaliyetlerinden sonra kamuoyunda yankı yaratan bir olay olmuştur.109 Tutuklananlar arasında bulu-nan diğer bir isim Dr. Naci Kutlay'a göre, tutuklanan 49 Kürt aydın organize değil-lerdi ve arkalarında bir örgüt bulunmu-yordu, bu kişiler "demokratik Kürt kültür haklarını ve eşit vatandaşlığın uygulan-masını istiyorlardı."110 Polisin iddiasına göre Bitlis bağımsız milletvekili Ziya Şe-refhanoğlu'nun evinde üzerinde el yaz-ması Arap harfleriyle "Kürt İstiklal Parti-si" yazan birkaç sayfalık bir tüzük taslağı bulunmuş, ayrıca bazı üniversite öğrenci-lerinin üzerinde ve ev aramalarında Bar-zani'nin resimlerine rastlanmıştır. Ancak, olayın. Tutuklama kararını Ankara’daki askeri savcılık istemiş, tutuklananlar İs-tanbul Harbiye'deki hücrelere konulmuş-tu. Aslında daha çok kişinin tutuklanması gündeme gelmiş fakat Harbiye’de 40 hüc-re olduğu için, geriye kalan 10 kişinin tutuksuz yargılanması kararlaştırılmış, bu arada sanıklardan Ankara Hukuk Fakül-tesi son sınıf öğrencisi Mehmet Emin Ba-tu'nun mide kanamasından ölmesiyle geriye 49 kişi kalmıştır. Şimşir’e göre ise, tutuklananlar 1958 yılında kurulan illegal Kürt İstiklal Partisi’nin kurucularıydı. Bun-lara yöneltilen suçlamalar da Irak’taki çeşitli örgüt ve kadroları ile temas kur-mak, Kürtçülük amaçlı toplantılar yap-mak ve yabancı devletlerin müzahereti (yardımı) ile Türkiye’yi bölmekti.111 Bu şekilde Kırk Dokuzlar Olayı ile Türkiye, Barzani destekli bir Kürtçülüğün varlı-ğından haberdar olmuştur.112 Kırk Dokuz-lar Olayı diye ortaya çıkan gelişme, Kürt
108 Kılıç, a.g.e., s.163-166.
109 Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, s. 7.
110 Kutlay, a.g.e., 30.
111 Şimşir, a.g.e., s. 515.
112 Kaya Ataberk, Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar, 2. Baskı, İleri Yayınları, İstanbul, 2015, s. 170.
Sorunu’nu tekrar canlandırmış ve kamu-oyunun gündemine taşımıştır. Bu aşama-da siyasi ve ideolojik olarak Kürtçülük faaliyetlerine karışanlara yönelik operas-yonlara başlanmış ve dört buçuk ay süren tutukluluk halinden sonra tutuksuz yargı-lamalara devam edilmiştir.
Bu süreçte CHP'nin Kırk Dokuzlar Davası'na yönelik ciddi bir tepkisi olma-mıştır. 27 Mayıs 1960 Darbesi'ni yapan darbeciler tarafından 26 Ekim 1960'ta çıkarılan genel aftan Kırk Dokuzlar'ın ya-rarlanmasına izin verilmemiştir. Yaklaşık on dört aylık tutukluluk döneminin ar-dından davanın görülmesine 3 Ocak 1961 tarihinde başlanmış ve sanıkların tutuk-suz yargılamalarına karar verilmiştir. Tüm sanıklar 30 Nisan 1964'te beraat et-miş, ancak savcının itirazı üzerine karar Askeri Yargıtay tarafından bozulmuştur. 1965'te suç vasfı değiştirilerek dava yeni-den görülmüş ve sanıklar, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) silahlı kalkışma ile ilgili olan 125. madde ile yargılanması yerine TCK'nın 141. ve 142. maddelerine istinaden yani "yabancı devletlerin müza-hereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan" on altı ay hapis, beş ay on gün sürgün cezası almışlardır. Askeri Yargıtay bu kararı da bozunca dava Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'na gitmiş, ancak karar kesinleşmeden dava zaman aşımına uğ-ramış ve Kırk Dokuzlar kurtulmuştur. Böy-lece DP dönemi, Kırk Dokuzlar'ın tutuk-lanması ve yargılanması olayı Kürtlerin bakış açısından, tarihteki en önemli yargı-lamalardan birisi olmuştur.113
CHP’nin, Kırk Dokuzlar olayına ilişkin "Doğuda eski devir hortluyor" diye yaptığı propagandanın, 27 Mayıs 1960 Darbesi'nde DP'nin aleyhine kullanıldığı-nı belirten Abdülmelik Fırat, Menderes'e bu durumu sorduğunda; ‚Ben de biliyo-rum, bunda hiçbir şey yok ama bir istihbarat teşkilatı bu operasyona girişmiş, bir kalemde
113 Fuller - Barkey, a.g.e., 37; Kutschera, a.g.e., s. 394.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 197
elimizin tersiyle vurup bir kenara itemeyiz. O zaman töhmet altında kalırız. Bakalım mah-kemeye verecekler, ne çıkacak‛114 dediğini ifade etmiştir. Mcdowall'a göre, Kırk Do-kuzlar'lardan birisi olan Sait Elçi'nin, du-ruşmada Kürtlerin kişisel ve kollektif haklarını savunması eğitimli Kürtler ara-sında büyük bir ulusal duyarlılığın yük-selmesinde etkili olmuştur.115 Çoğu küçük burjuva aydını olan Kırk Dokuzlar'ın önemli bir yanı da homojen bir yapıda olmamaları ve aralarındaki fikir ayrılığı olmasıydı. Aralarındaki asgari ortaklık, Kürt haklarının savunulması olmuştu. İçeride "sağcı" ve "solcu" şeklinde ayrıl-ması sonucu, Kürt hareketi siyasi olarak ilk kez sol bir çizgiye çekilmiştir. Bir yan-da kurulu düzeni savunan "ağa milliyetçi-liği", bir yanda da Kürt halkının özgür-leşmesini amaçlayan ve aynı zamanda Kürt hareketinin modernleşmesi anla-mında da gelen "aydınlanmacı" bir hare-ket ortaya çıkmıştır. Çağdaş kimlik anla-yışı bakımından bu küçük grup hem ey-lemleriyle hem de sorgu ve yargılamalar-da "Kürtlerin Varlığı" ve "Kürt Kimliği" gibi konuları savunmuşlardır.116 Böylece Kürt entellektüellerinin "gözlerinin açıl-masını" sağlayan Kırk Dokuzlar Olayı, yö-netimdekilerin aksine üstü örtülen Kürt Sorunu'nu yeniden hem de daha bilinçli bir biçimde gündeme getirmiştir.117 DP’nin yönetimi altında geçen on yıllık dönemde Kırk Dokuzlar Olayı'nın dışında
114 CHP’nin ve daha sonra 27 Mayıs 1960 Darbesi'ni yapanların işine gelen 1959'da hazırlanan "Doğuda halk silahlanıyor" raporu, MAH ile birlikte çalışan Özel Harp Dairesi'nin tarafından 27 Mayıs 1960 Darbesi'ne giden süreçte DP'yi sıkıştırmak için hazırlandığı iddiaları için bkz. Akkaya, a.g.e., s. 236. Nitekim darbeden sonra yörenin önde gelen 55 ağası DP'ye oy verdikleri için MBK tarafından Sivas'a sürgün edilmişlerdir.
115 Mcdowall, a.g.e., s. 537.
116 Kutlay, a.g.e., s. 31; Tan, a.g.e., s. 333-334, 364; Ekinci, Türkiye'nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar, s. 151.
117 Çamlıbel, a.g.e., s. 8, 169.
bundan daha önemli başka bir olay ge-liş(e)memiştir. Bu yönüyle Kırk Dokuzlar Olayı Türkiye'li Kürtlerin tarihinde en önemli siyasi bir olay ve kırılma noktası olmuş, bu yönüyle daha sonraki dönem-lerde meydana gelen çeşitli Kürt hareket-lerini ideolojik ve siyasi yönden hazırlayı-cı bir etki yapmıştır. Kırk Dokuzlar Olayı daha sonraki dönemlerde Canip Yıldırım, Musa Anter, Naci Kutlay, Şerafettin Yıldı-rım, Faik Bucak ve Ziya Şerefhanoğlu gibi Kürt düşünce ve siyaset isimlerini çıkar-mıştır.
SONUÇ
DP döneminde günlük çıkarları doğrultusunda, bir siyasi partiden diğeri-ne geçişlerini sürdüren Kürtler, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi'ne kadar 1945-1960 döneminde CHP ve DP olmak üzere iki temel partide siyaset yapmışlardır. Tür-kiye'nin bu çok partili sisteminde Kürtler arasında da zamanla ayrış-ma ve bölünmeler olmuştur. DP dö-neminde Kürt aşiretleri, DP'nin iktidara gelmek ve iktidarını devam ettirmek için toplumun çeşitli kesimlerinin desteğini sağlamaya yönelik genel tolerans zemini-ni çok iyi değerlendirmişlerdir. Böylece DP döneminde, Atatürk tarafından zayıf-latılan ve koparılan aşiret bağlarının ye-niden kurulduğu ve bu odakların eski güçlerine yeniden hakim oldukları bir süreç yaşanmıştır. Bu şekilde ağırlıklı ve ezici çoğunlukla DP'de siyaset ya-pan Kürtlerin yanında CHP'de siya-set yapan Kürtler de olmuştur. Bu durum, Kürtler'in toplumsal ve ekonomik yapısında baskın (domi-nant) bir özellik gösteren çeşitli özelliklerden; özellikle de içinde bulunduğu feodal yapıdan ve bu yapının iktidarlar ile olan ilişkisinin politik yönünden kaynaklanmıştır. Bu çerçevede DP, kurulduğu 1946 yılın-dan itibaren, iktidarda olduğu 1950-1960
198
Fuat UÇAR
yılları arasında, özellikle de 1950 seçim sürecinde ve 1957 yılından sonra Kürtlerle ilgili gelişmelere hep duyarlı olmuştur. Bu amaçla, Kürt isyanlarının merkezi olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi esas alına-rak 1927'de kurulan Umumi Müfettişlik kurumu DP’deki etkin Kürtçü milletvekil-lerinin çabaları sonucu 1952’de kaldırıl-mıştır.
1950-1960 yılları arasındaki ülke genelinde olduğu gibi doğu ve güneydo-ğu bölgelerine de büyük bayındırlık faali-yetlerinin götürüldüğü DP döneminde, Kürt sorununa ilişkin olarak önceki dö-nemlerde görülen rapor hazırlama gele-neğinin aksine soruna ilişkin resmi nite-likli herhangi bir rapor hazırlama ya da yazdırma ihtiyacı duyulmamıştır. Böylece DP döneminde, sorun bir asayiş sorunu olarak görülmemiş, daha serinkanlı ve demokratik bir tutumun sergilenmesi soruna ilişkin ciddi bir şekilde algı deği-şimine yol açmıştır. Bu algı değişikliğin-deki en önemli unsur, sorunun demokra-tik ve liberal yöntem ve yönetimlerle aşı-lacağının düşünülmesi olmuştur. Bu ne-denle sorunun çözümünde faklı mantık ve uygulama ile hareket edilmiştir. Bu çerçevede
Bu açıdan bakıldığında 1950-1960 arasında DP, bu türlü uygulamaları ve oy nedeniyle Kürtlere ve yaşadıkları bölgeye ilişkin sergilediği aşırı müsamaha ile Kürt aydınları arasında Kürt Kimliği'ne ilişkin siyasi ve ideolojik nitelikli bilinçlenmenin tek parti dönemine göre daha fazla ve serbestçe ifade edilmesine imkan sağla-mıştır. Bu durum Kürt Sorunu'nda eski dönemlere göre bir "yumuşama" dönemi-ne geçildiğini ortaya koymaktadır. Bunun sonucunda, 1950-1960 dönemi haricinde devletle daimi bir çatışma süreci yaşayan Kürtler, bu yönüyle DP döneminde Kırk Dokuzlar Olayı'nın dışında, kültürel ve siyasi gelişim yönünden olumlu bir dö-nem geçirmişlerdir. Yine DP döneminde Kürtler ile ilgili başka bir önemli gelişme de Kürt kökenli üniversite gençliğinin öncülük ettiği Dicle Talebe Yurdu'nun faa-liyetleri olmuştur. Bu yurdun faaliyetleri sonucunda 1955 yılından itibaren bir Kürt ulusal kimliği etrafında Kürtçü bir kadro oluşmuş ve gizli Kürt cemiyetleri kurma yoluna da gidilmiştir. Bu şekilde Kürt entelektüel hareketin yavaş yavaş oluş-maya başladığı DP döneminde, Dicle Tale-be Yurdu, "Kürtlük Bilinci"nin yeniden tanımlanmasında önemli rol oynamıştır.
DP döneminde, Kürt Sorunu ile ilgili olarak; tek parti döneminde sürgün edilenlerin bir kısmının yurtlarına geri dönmesine izin verilmesi, hatta DP'den vekil olmalarına da imkan sağlanması, yasaklı bölgelerin imara açılması ve Umum Müfettişliklerin de kaldırılması en önemli gelişmeler olmuştur. Böylece Kürt Sorununa yönelik DP'nin bu uygulamala-rı, daha sonraki dönemlerde, zaman za-man gündeme gelen, hatta günümüzde Kürt Sorunu'nun çözümüne yönelik ola-rak, kamuoyunda olumlu ve olumsuz yönde çeşitli eleştirilere muhatap olan, bireysel hak ve özgürlüklerin genişletil-mesine öncelik veren "çözüm süreci" ya da "barış süreci" olarak da ifade edilen politikalar ve yaklaşım tarzı ile benzerlik göstermektedir.
KAYNAKÇA
1900’den 2000’e Kronolojik Kürtler, (2000). İstanbul: Serler Matbaacılık.
Ahmad, Feroz, (2010). Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev.: Sedat Cem Karadeli, İstanbul: Bilgi
Üniversitesi yayınları.
Akbulut, İlhan, (1990). Devlet Terörizm ve Ülke Bölücülüğü, İstanbul: Boğazi-çi Yayınları.
Akkaya, Ahmet Yaşar, (2014). Türkiye'de Darbeler ve Azınlıklar, İstanbul: Ufuk Yayınları.
Aköz, Emre, "Menderes’in Kürt Çözümü", http://arsiv.sabah.com.tr
----------------, “Celal Bayar’ın Kürt Sırrı”, http://www.sabah.com.tr
Akşam, 15.4.1959.
Demokrat Parti Döneminde Kürt Sorunu: Gelişimi ve Etkileri 199
Akyol, Mustafa, (2006). Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, İstanbul: Do-ğan Kitap.
Anter, Musa, (1999). Hatıralarım, İstanbul: Avesta Yayınları.
Ataberk, Kaya (2015). Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar, İstanbul: İleri Ya-yınları.
Baban, Cihat, (1970). Politika Galerisi, İs-tanbul: Remzi Kitabevi.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (B.C.A), Bakanlar Kurulu Kararları Kataloğu (1950-1960). 030.18.01.
Bayrak, Mehmet, (2013). Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Ankara: Özge Yayınları.
Bozarslan, Hamit (2008), "Kürd Milliyetçi-liği ve Kürd Hareketi (1898-2000)", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, Ed.: Tanıl Bora - Murat Gültekingil, C. 4, İs-tanbul: İletişim Yayınları.
Bruınessen, Martin Van, (2009). Kürdoloji-nin Bahçesinde, İstanbul: Vate Ya-yınevi.
Cumhuriyet, 6.9.1959.
Çamlıbel, Yavuz, (2015). 49'lar Davası, İstanbul: Siyam Kitap.
Çay, Abdülhalük, (2010). Kürt Dosyası, İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayın-cılık.
Çiçek, Nevzat, (2010). 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü Sivas Kampı, İstanbul: Lagin Yayınları.
Demir, Eyüp, (2005). Yasal Kürtler, İstan-bul: Tevn Yayınları.
Ekinci, Tarık Ziya, (2004). Türkiye'nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar, İs-tanbul: Cem
Yayınevi.
-----------------------, (2010). Türkiye İşçi Par-tisi ve Kürtler, İstanbul: Sosyal Ta-rih Yayınları.
Eroğul, Cem, (1990). Demokrat Parti: Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitabe-vi.
Fuller, Graham E. - Barkey Henrı J., (2013). Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev.: Hasan Kaya, İstanbul: Profil Yayıncılık.
Gezici, Aytekin, (2013). Kürt Tarihi, Anka-ra: Tutku Yayınevi.
Heper, Metin (2010). Devlet ve Kürtler, Çev.: Kadriye Göksel, İstanbul: Doğan Kitap.
Hür, Ayşe, (2015). İnönü ve Bayar'lı Yıllar (1938-1960), İstanbul: Profil Ya-yıncılık.
-------------, "Kürtleri İmha Etmek’ Fikri Kime Aitti?", http://arsiv.taraf.com.tr
-------------, "Kımıl Olayından 49’lar Dava-sı’na, http://arsiv.taraf.com.tr
İngiliz Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, (2012). Der.: Mesut Yeğen, Anka-ra: Dipnot Yayınları.
İşbecer, Okan, "Bilmemek Ayıp Değil Öğrenmemek Ayıp", http://www.turksolu.com.tr
-------------------, "Şeyh Sait’in Torunu Öl-dü”, http://www.turksolu.com.tr
Jongerden, Joost, (2008). Türkiye’de İskân Sorunu ve Kürtler, Çev.: Mustafa Topal, İstanbul: Vate Yayınevi.
Kılıç, Altemur, (2007). Büyük Kürdistan Küçük Türkiye, Ankara: Akasya Kitap.
Kirişçi, Kemal - Gareth, M. Winrow, (2010). Kürt Sorunu Kökeni ve Geli-şimi, Çev.: Ahmet Fethi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Kürt Meselesi'nde Algı ve Beklentiler, (2011). İstanbul: İletişim Yayınları.
Koçak, Cemil, (2010). Umumi Müfettişlikler (1927-1952), İstanbul: İletişim Ya-yınları.
Kutlay, Naci, (2012). Kürt Kimliği'nin Olu-şum Süreci, Ankara: Dipnot Yayın-ları.
----------------, (2011). 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, İstanbul: Peri Yayınları.
Kurubaş, Erol, (2004). 1960’lardan 2000’lere
200
Fuat UÇAR
Kürt Sorunun Uluslararası Boyutu, Cilt: 2, Ankara: Nobel Yayın Dağı-tım.
-----------------, (2004). Sevr ve Lozan Süre-cinden 1950’lere Kürt Sorunun Uluslararası Boyutu, Cilt: 1, Anka-ra: Nobel Yayın Dağıtım.
Kutschera, Chris, (2001). Kürt Ulusal Hare-keti, Çev.: Fikret Başkaya, İstan-bul: Avesta Yayınları.
Laçiner, Ömer, (1991). Kürt Sorunu Henüz Vakit Varken, İstanbul: Birikim Ya-yınları.
Mcdowall, David, (2004). Modern Kürt Tarihi, Çev.: Neşenur Domaniç, Ankara: Doruk Yayınları.
Milliyet, 2.7.1959.
Muradoğlu, Abdullah, "Menderesle Erdo-ğan’ın Kesiştiği Nokta", http://www.yenisafak.com
Özer, Ahmet, (2009). Türkler ve Kürtler, İstanbul: Hemen Kitap Sis Yayın-ları.
Resmi Gazete, Sayı: 634, Yayın ve İlan Ta-rihi: 16.7.1927.
----------------, Kanun No: 2510, Sayı: 2733, Kabul Tarihi: 14.6.1934, İlan Tarihi: 21.6.1934.
----------------, Sayı: 7564, Kabul Tarihi: 15.7.1950; İlan Tarihi: 24.7.1950.
----------------, Sayı: 7880, Kabul Tarihi: 3.VIII.1951, İlan Tarihi: 9.VIII.1951; Kanun No: 5826.
----------------, Sayı: 8270, Kabul Tarihi: 21.XI.1952, İlan Tarihi: 29.XI.1952.
----------------, Sayı: 10337 (21.10.1959), Ka-rar Sayısı: 12199.
Rouleau, Eric (1959). "Le Probleme Kurde Source de Conflit", Le Monde Dip-lomatique.
Strohmeıer, M, Heckmann L. Yalçın, (2014). Kürtler Tarih, Siyaset, Kül-tür, Çev.: Atilla Dirim, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Şahinler, Menter, (1988). Atatürkçülüğün Kökeni, Etkisi ve Güncelliği, İstan-bul: Çağdaş Yayınları.
Şimşir, Bilal, (2009). Kürtçülük II (1924-1999), İstanbul: Bilgi Yayınları.
Tan, Altan, (2011). Kürt Sorunu, İstanbul: Timaş Yayınları.
Tori, (2005). Kürtler, İstanbul: Doz Yayın-ları.
Ulus, 19.9.1959.
Vatan, 19-23.11.1958.
Yavuz, Turan, (1993). ABD’nin Kürt Kartı, İstanbul: Milliyet Yayınları.
Yeşiltuna, Serap (2015). Atatürk ve Kürtler, İstanbul: İleri Yayınları, 2015.
Yılmaz, Mustafa - Doğaner, Yasemin, "Demokrat Parti Döneminde Ba-kanlar Kurulu Kararı ile Yasakla-nanYayınlar", http://www.ait.hacettepe.edu.tr
Yön, Sayı: Sayı: 78 (25 Eylül 1964); Sayı: 81 (16 Ekim 1964).
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansik-lopedisi,(1988). Cilt: 7, İstanbul: İle-tişim Yayınları.